Salı, Temmuz 21, 2009

Kontrollü kaos robottur!





Rende, tencere, kahve makinası gibi mutfak gereçleri, eskimiş elektrik süpürgeleri, artık kullanılmayan tuvalet sifonu, boyası çıkmış, tekerleği patlamış bisiklet, boş bira kutuları, ütü, vida, telefon kablosu ve yuvarlak telefon çevirme aparatı, çaydanlık, el feneri ve artık kullanılmayan miyadını doldurmuş bilimum endüstri gereçleri… Şimdi hepsini gözünüzün önüne getirin. Tek tek değil, bir arada düşünün. Hurda? Şimdi bunların hepsini garajınızın içinde düşünün. Kaos? Bu kadar çöpün içinde kaybolmak niyetinde hiç değilsiniz. Ne yaparsınız? A) Hepsini çöpe atarsınız. B) Bunlardan robot yaparsınız.


Paul Loughridge, elbette B şıkkını seçiyor ve kendi garajını “kontrollü kaos” olarak tanımlıyor. Kaosun kontrollüsü ise robot kisvesine bürünmüş yaratıcılık olarak karşımıza çıkıyor. Mucitin robot yapım sürecinde ise sıkı sıkıya bağlı olduğu üç kural var: Plastik kullanmamak, parçaları bir araya getirirken kaynak yapmamak ve robotları boyamamak. Plastik kullanmama kuralının ise bir istisnası var. Eğer 1940’lardan kalma vintage bir oyuncak parçası plastikseniz Loughridge’in retro robotlarının bir parçası olabilirsiniz.


Amerika’nın ünlü Silikon Vadisi’nde grafik tasarımcı olan sanatçının en büyük ilham kaynağı envai çeşit çer-çöpü bulabileceğiniz bit pazarları. Loughridge, artık hurda diyebileceğimiz alimünyumdan yapılmış araba kornası susturucusu bulabilmesi sayesinde robot yapabiliyor!


Yaptığı işleri “Lockwasher” markası altında sergiliyor. Bunun nedeni ise “Lok-rij” olarak okunması gereken soyisminin ilkokulda bir arkadaşı tarafından bu şekilde telafuz edilmesi. Şimdi 51 yaşında olan artist, oturup oyuncak robot yapmasının nedeniniyse hala çocuk olmasıyla açıklıyor. Paul’ün 11 yaşındaki kızı Emma “Babam bazen robotlara dalıp akşam yemeğini bile unutuyor” diyerek şikayetini belirtiyor. Belli ki babasını robotlarla paylaşmak istemiyor.


“Bilirsiniz erkekler asla büyümez”


Elbette her erkek hayatında bir kez olsun bir ışın silahı olsun ister. Paul de, robotlarla haşır neşir olma kariyerine ilk olarak ışın silahları yapmakla başlamış. Bunu roketler izlemiş. Sıra robotlara geldiğinde ise Otostopçunun Glaksi Rehberi’nin sıkılgan robotu Marvin gibi depresif değil, aksine her biri birbirinden eğlenceli karakterler seçmiş. Erkeklere robot arabalar, kadınlara balerin robotlar yapmış. İşte, Paul’ün “Gündelik hayatın çöplerinden yaptım” dediği robotlarından bazılarını sizin için seçtik.


Shutter Bug: 1953 model Ansco Shur-Flash fotoğraf makinesinden oluşan kafanın üzerindeki antenimsi gözler İsveç köftesinden esinlenilerek yapılmış. Bu robot böceğin bisiklet parçalarından yapılmış olan altı bacağını kafayla bağlayan ve gövde görevini gören parça ise bir arazöz.


Ernestine and Stereo Dog: Ernestine’in at kuyruğu saçlarına dikkatle bakıldığında alimünyum kablolar görülüyor. Şapkası antika bir ampülün parçası. Kalan detaylarda lamba, semaver, kahve makinası parçası ve musluk açma kapama düğmesi ilk bakışta göze çarpıyor. Sevimli köpeğimiz ise temel olarak Harley Davidson çamurluğu ve tekerlek göbeğinden oluşuyor.


Robot Dog Yellowtail: İşte favori köpeğimiz! Lockwasher’da boya yapmak yasak. Bu köpek kendinden boyalı. Kamp feneri gövdeyi bobin gözler tamamlıyor ve bizce elektronik bir kemiği hak ediyor.


Eli the Aluminum Elephant: Bu filin burnu çaydanlığın ters çevrilmesiyle elde edilmiş. Kollar bisiklet manivela kolundan. Boyama yok ama gördüğünüz gibi göz alıcı ışıltıya kavuşana kadar parlatılmış.


Beer2-D3: Yıldız Savaşları’nın fıçı şeklindeki robotu R2-D2’ye arkadaş olarak tasarlanmış ve fotoğrafından da gayet net anlaşılabileceği gibi bir bira kutusundan yapılmış olan B2-D3 robotumuz kendini İspanyolca ve İngilizce olarak ifade edebiliyor. Konuşamasa da yazılı ve görsel anlatımları mevcut.


Sir Lube of Can-o-Lot: Monthy Phyton’ın cesur şovalyeler için yazılmış “Camelot” şarkısını sonuna kadar hak etmiyor mu? Peynir rendesinden yapılmış miğferinin ardından yeterince korku salıyor.


Sandy: Sıcak yaz günlerinde sahil kenarında ne giyinmeli Sandy’den öğreniyoruz. Geniş bir gölge sağlayan şapka ve UV filtreli güneş gözlükleri yüksek koruma faktörlü güneş koruyucu kremlerle tamamlanmalı, diyor kendileri.


Trouble Shooter: Duş hortumu kollar, fener kafa ve sebze tartısı gövde. Renkler biraz solsa da kırmızı hala gözalıcı bir kırmızı.


Schauer: Çim sulama arazözünden yapılmış radar alıcıları pek yakışmış. Radara ne takıldı da gözlerini o kadar açtı bilemiyoruz. Kollar kıyma makinesi koluna benziyor ama emin değiliz. Ne fark eder ki?



Scotty Robo-Dog: İskoçyalı bu köpeğin gövdesi bildiğiniz termostan oluşuyor.

http://www.lockwasherdesign.com/

kaynak: monomundo.com

Salı, Temmuz 14, 2009

Singer geldi, Urban'a veda.






Londra'da eşi dostu kardeşi kayını olanlar! Şimdi Urban indiriminden birkaç parça sipariş vermenin tam sırası. Ben indirim reyonunda pek bir şey göremedim. Aklım yeni sezondan ve 315 Ingiliz sterlininden satışa sunulan şu cicilerde kaldı. Peki pintiliğim yüzünden bu elbiselerden vaz mı geçeceğim? Hayır. Yeni hedefim, babamın doğum günü hediyesi olarak aldığı Singer Fashion dikiş makinamı iyice kurcalayıp şekil 3'te görülen gri ve kırmızının muhteşem uyumundan ibaret iri printli belden kemerli çaktırmadan yandan cepli elbiseyi dikmek. Becerebilirsem siparişlerinize açığım. Yabancı değilsiniz, size 50 pound olur!

Perşembe, Temmuz 02, 2009

Rock’n Roll ruhuyla Topshop!

Sinemanın asi çocuğu Johnny Depp, Babyshambles ön adamı Pete Dhorety ve The Killers’tan Jamie Hence derken podyumların kıdemli süper modeli Kate Moss, yaşam tarzını sevgili seçimiyle biraz olsun ortaya koyanlardan: Asalet şu kenara bize rock’n roll ruhu gerek!

Dünyanın en çok rağbet gören markalarından biri olan Topshop’un moda tasarımcıları arasında yer almak için illa Londra Moda Okulu’ndan mezun olmanız gerekmiyor. Keşke gerekseydi, şansımız biraz olsun artabilirdi. Onun yerine buğulu bakışlarınız, uzun bacaklarınız ve bütün gözleri üzerine toplayan kişilik sahibi bir giyim tarzınız varsa da olur. Kate Moss gibi.


Neredeyse 8 sezondur Topshop’la işbirliği içinde olan süper model Kate Moss’un yeni koleksiyonu Christmas bahanesiyle vitrinlerdeki yerini aldı. Yeni tasarımların tanıtım modelliğini de tabii ki 34 yaşını geride bırakan Kate’in kendisi üstlendi. Fotoğrafçı ikilisi Mert ve Marcus elinden çıkan karelerde asi modelin dumanlı gözleri ve yataktan yeni kalkmış imajı yaratan dağınık saçları yeni kreasyonun da ruhunu yansıtıyor: Rock’n roll-glam.


Moda üzerine verdiği söylevlerde dışarı çıkarken özellikle hazırlanmadığını, o anki duruma göre eline geçeni giyindiğini söyleyen Kate’e inanasımız gelmiyor tabii ki. “Sıkça çıktığım seyahatler sayesinde kocaman bir vintage koleksiyonu oluşturdum. Severek giyindiğim bir sürü 2. el kıyafetim var ki her birinin ayrı bir hikayesi olduğuna inanıyorum.” diyen Kate, son koleksiyonunu hazırlarken dünyanın her bir köşesinde karşısına çıkan vintage kıyafetlerden de etkilenmiş. Demek oluyor ki modelin ikinci el kıyafetlere olan düşkünlüğü Yılbaşı gecesi birçoğumuzun Audrey Hepburn ya da Marilyn Monroe’ya dönüşeceğinin bir sinyali olabilir.


Yeni Kate Moss Topshop, eskilerin nezih sadeliğinin yanında şimdinin rock’n roll ruhunu da ortaya koyuyor. Kate’in ikonik rock’n roll görünüşü yırtık jeanslere ve skinny deri pantolonlara yansıyor. Işıltılı tşörtler, vintage etkileşimli bluzler ve süslemeli detaylardan oluşan pantolonların yanında üste iki beden büyük tiftik yününden kazaklar da “soğuk” ve “şıklık” ikileminden bizi kurtarıyor ve “Şık kadın da üşür” sloganını literatüre kazandırıyor.


Yeni koleksiyonda yer alan tüm parçalar aslında Kate’in kendi dolabının bir yansıması. Modelin geçtiğimiz haftalarda pazar çantasıyla sokakta dolaşması manşetlerde yer aldıktan sonra tanesi 2 pounda satılan bu çantaların satışında patlama yaşanmıştı. Yani buna “Kendi stilini kendin yarat” dolabı da diyebiliriz.


İşinden ziyade özel hayatıyla gündemde olan ve etrafa göre değil, kafasına göre takılmayı tercih eden Kate, sıra giyinmeye geldiğinde de yanlızca içinde bulunduğu ruh haline bakıyor. Sonradan yaratılmış bir kimlik yerine, kendi zevkine göre giyinen Kate Moss’un aşırı ve keskin duran tarzını çok sevmemizin altında modelin bizzat kendisini bulmamız saklı olabilir.

Çarşamba, Temmuz 01, 2009

hem plastik hem fantastik



“Ben sizin yaşınızdayken Pluton bir gezegendi” demek için biraz daha zamanımız var, ama “Vay be, ne yıldın sen 1982...” demenin birileri için tam zamanı şimdi. Neden? Çünkü o yıl, Kara Şimşek milyonları ekran başına kilitledi. Sony, ilk kompakt disk player’ı piyasaya sürdü. Michael Jackson’ın “Thriller” albümü eğlence sektörünün en çok satan albümü olarak yayınlandı. Commodore 64 üretilerek 595 Amerikan Doları üzerinden satışa sunuldu ve dokuz gezegenin hepsi güneşin aynı tarafında hizaya geldi. En önemlisi olmasa da konumuz açısından en bağlayıcı olanı, Lomo Kompakt Automat Sovyet Rusya tarafından üretime geçirilerek günümüzün Lomography topluluğunun kurulmasına ön ayak oldu.


Dünyanın her bir köşesinden çılgınca yükselen “Anne, bana Lomo al!” çığlıklarına biz de daha fazla sessiz kalamadık ve Lomopraphy’nin kısa tarihine bir göz attık. Yıl 1992. Matthias Fiegl ve Wolfgang Stranzinger adlı Viyanalı iki Pazarlama öğrencisi gezi amaçlı gittikleri Çekoslovakya’da yanlarına fotoğraf makinası almadıklarını fark ederler. Kendilerine ucuz bir kamera ararlarken gözleri tezgah üzerindeki plastik, 35 mm Lomo Kompakt Automat’a takılır ve gözlerinde dolar işareti beliriverir. İşte Lomography hareketinin bugün 500 bin üyeye ulaşan serüveni böylece başlar.


Sovyet Lomo’nun yanına bu sefer Hong Kong’ta üretilen Çinli kardeşi Holga ile Fisheye, ActionSampler, Frogeye, Oktomat, SuperSampler, ColourSplash ve Diana gibi modeller katılarak Lomography ailesi giderek genişledi.. İsmi “çok parlak” anlamındaki “Ho Gwong” kelimesinden gelen Holga, Avrupa pazarında kısa zamanda büyük ilgi gördü. Lensleri bile plastikten yapılan Holga, profesyonellikten zerre nasibini almamış bir oyuncak kamera olarak tanımlanıyor. Ama Holga’yla şipşakçılık oynayan onbinlerce insanın yüzbinlerce fotoğrafı gösteriyor ki sonuçlar oldukça profesyonel. Elbetteki çok güzel fotoğraflar yakalamak kullanıcının becerisine ve keşfetme gücüne kalmış.


Lomo kameralarla çekilen fotoğrafların en göze çarpan özelliği ise, kesinlikle göze çarpması! Fazlaca patlamış renkler, çok yakın çekimler, kimi zaman bulanık ve vintage havası veren solmalar ve kutsanan kazalar Lomo tekniğinin parçaları olarak kabul edilebilir. Lomography, kullanıcılarını istedikleri kadar dikkatsiz olmaya ve gelişi güzel çekim yapmaya teşvik eder. Bir zamanların fotoğrafçılık literatürüne geçmiş “Kodak anı” konsepti, Lomography’de “Düşünme, sadece çek!” mottosuyla karşılık bulur. Anlaşılacağı üzere aslında Lomography’nin hiçbir tekniği yoktur. Olanları da biz uydurduk!


Çok hafif olan Lomo kameraların en büyük güzelliği her anımıza eşlik edebilmesi. Mekanizması çok basit ama anlaşılması çok güç olan Lomo’lara oyuncak fotoğraf makinası demek haksızlık olur. Çünkü Lomo bize dünyanın aslında nasıl bir yer olması gerektiğini gösteren bir mucize kutusudur. Bir Lomo kameranız varsa en beklenmeyen sonucu beklemeyi öğrenirsiniz. Çünkü kendisi sürprizlerle doludur.


Moskova, New York, Tokyo, Berlin, Viyana, Havana, Köln ve Madrid gibi şehirler başta olmak üzere 35 ülkede şubeler açan, sergiler ve partiler düzenleyen Lomography’nin hayran kitlesi arasında Brian Eno, Moby ve David Byrne gibi isimler de yer alıyor. Peki bu çılgınlık nereye gidiyor? Lomo Dünya Arşivi projesine... Dünyanın en büyük fotoğraf arşivlerinden birisi olmaya aday olan bu projede yüzbinlerce Lomo takipçisinin fotoğrafları yer alıyor.


Peki neden dünyanın birçok köşesinde bu kadar insan delirmiş gibi, aynı anda elinde bir Lomo fotoğraf çekiyor? Belki bunun nedeni herhangi bir profesyonellik gerektirmemesi ve eline alan herkesi eğlendirmesi ya da şeker gibi yenmek istenmesindedir.




Lomo’nun Kısa Tarihçesi:


1982: Lomo Kompakt Automat, Rusya’da; Holga ise Hong Kong’ta üretilmeye başlandı.


1992: İki uyanık Viyanalı üniversite öğrencisi, Prag’ta Lomo’yu keşfetti ve üye sayısı 500 bini geçen Uluslararası Lomography Topluluğu’nu kurdu.


1994: İlk uluslararası Lomo sergisi New York ve Moskova’da eş zamanlı olarak düzenlendi.


1995: İlk olarak Berlin’de kurulan Lomography elçilikleri dünyanın her bir köşesine yayıldı. Günümüzde sayıları 60’a ulaştı.


1997: Lomography, lomography.com adresiyle online topluluk haline geldi. Topluluk, aynı yıl ilk Lomo film projesi Lomo TV’yi yayına soktu.


1997: İlk Lomo Dünya Kongresi, Madrid’de düzenlendi.


1999: ActionSampler Dünya Şampiyonası düzenlendi.


2000: Lomo Olimpiyatları düzenlendi.


2001: Lomography, ilk mağazasını Viyana’da açtı.


Kaynak: http://www.monomundo.com/
Fisheye fotoğraflar: Saygın Olgu Ünal