Salı, Mart 30, 2010

dan dan dadan


Jonathan May

bi bardak suyla balık yağı hapı içerken geldi aklıma tam da. koşabilsem, koştuğumu fark etmicem ama böyle yerimde saydıkça maratona katılmışım da sondan dona kalmışım gibi hissediyorum. yapmak zorunda olduklarımla yapmak istediklerim kafamın içinde gidip geliyor, yoruyor. şüpheciyim aslında şu ara her şeye karşı. nerede, ne, kiminle, ne cevaplar şişiyo şişiyo, kafamın içinde patlıyor. yine ben ofiste,evde, sokakta bilmiyorum kimle, nereye.

iki farklı kafa karışıklığı fotoğrafı May'den. biri dolu tarafı,diğeri boş. doluyu gördüm, boşu seçtim.

Pazartesi, Mart 29, 2010

Pazarlama Canavarları için 5 Gerekli Sosyal Medya Aracı

Penn Olson, sosyal medya araştırmalarından bıkmıyor, her gün yeni bir grafikle karşımıza çıkıyor. Ben de bağımlısı oldum, ninni gibi geliyor artık ama napcan.
1. Facebook’u anlamak demek…
Facebook’la ilgili istatistikleri daha önce vermiştik. Kaçıranlar için: http://evrenmuberra.blogspot.com/2010/03/aklma-gelen-basma-geldi.html
2. Twitter bir kuştur, bunu kullanmayan puşttur…



Mart 2006’dan Mart 2010’a kadar 10 milyar tweet
İnternet kullanıcılarının %10’una ulaşabiliyor.
“Bu neymiş” diye girip profil açıp bırakanların oranı bir hayli fazla. Pek çok kullanıcı hesap açtıktan 1 ay sonra Twitter kullanmayı bırakıyor.


3. Sosyal medyayı kadınlar yönetiyor



4. Sosyal medya manzaralarına “hangi sosyal medya?” başlığıyla daha önce değinmiştik: http://evrenmuberra.blogspot.com/2010/03/hangi-sosyal-medya.html
5. Sosyal medya pazarlama planı yapmak elzemdir.
Planınızda şu başlıklar olmalı. Nerede olmalı, analizi iyi yapmak size kalmış:
. İçerik: Dünden daha önemli, yarın daha da önemli olacak. Neden milyonlarca blogger var sizce? Youtube ve diğer blog platformları bunun için var.
. Yorum: Facebook ve Twitter hesabınız olmak zorunda. Buradan gelen yorumlara açık ve hazır olmak zorundasınız.
. Online: Dijital pazarlama yalnızca sosyal medyadan ibaret değil üstadım. Arama Motoru Pazarlaması/Optimizasyonu, banner reklamları, kampanya siteleri planın diğer parçaları.
. Offline: Hey, dar kafalı olma adamım ha? Offline kampanyanın etkisini online’da da sürdürmek zorundasın. O yüzden offline – online 360 derece 365 gün ne diyoruz, kime diyoruz…
. Bağlılık: Müşterilerinizle aranızda iki taraflı bir iletişi kurmanın yegane yolu sosyal medyadır. Duymayan kaldı mı?

Perşembe, Mart 25, 2010

sawaya legoları

2000 yılından bu yana legolarla haşır neşir olan Nathan Sawaya'nın müzelik lego çalışmalarından biri:



devamı ve daha güzelleri:

http://66.196.80.202/babelfish/translate_url_content?.intl=fr&lp=fr_en&trurl=http%3a%2f%2fwww.fubiz.net%2f2010%2f03%2f25%2fnathan-sawaya%2f

düşle ve düşlediğin yere götür

Coca Cola'nın pazarlama stratejileri müdürü Stan Sthanunathan yenilikleri takip etmek konusunda şöyle demiş: "Bütün ajansların görevi aynıdır: Müşterinin beklentisini tahmin etmek ve bu beklentiyi karşılamak. Değişim ve dönüşüm öznedir. Amaç, yaşanan değişimlere, trendlere bir an önce ayak uydurmak değildir; değişimi yaratmaktır."

Markaların nihai hedeflerinden biri olan data toplamak konusunda ise şöyle bir laf ediyor: "Data geçmişe yöneliktir. Hiç bir marka, geçmişi kullanarak geleceği tahmin edemez. Markalar, geleceği düşleyerek ve markalarını düşlediği yere götürerek başarı sağlayabilir." hevet, böyle söylemiş.

ARF's Re:think 2010 Conference

güçlü kadınım hey hey!

Jan von Holleben


aslında güne güzel başlamıştım. evden çıkarken yumurtalı kahvaltımı yaptım, enerjimi depoladım. haftaya pazartesi sigarayı bırakmaya, hemen akabinde yogaya başlamaya, iş çıkışları tüm gücümü toplayarak şehre akmaya, konserleri, filmleri, arkadaş muhabbetlerini kaçırmamaya, kedime ve aileme daha çok vakit ayırmaya, işime Maslak üzerinden değil, sahilden Boğaz havası alarak gitmeye, kıyafetlerime özen göstermeye, bloglarımı daha sık güncellemeye, Facebook'ta dönen hayvanlı videolara gülmeye, dijital reklamcılık ve sosyal medya gurusu olmaya, et yemeyi keserek hayvan sevgimi perçinlemeye, dargın olduklarımla barışmaya, barışmayacaklarımla savaşmamaya, sevgilimle lanlu lunlu konuşmamaya, patronumdan zam istemeye, daha çok yazmaya, daha çok röportaj yapmaya, en kısa zamanda Londra'ya kapağı atmaya, beş yıl içinde çocuk yapmaya, simge pastanesinden bir daha sosisli açma almamaya, toplantılarda müşteriyi eleştirmemeye ve ofiste masamı düzenli tutmaya ve nicesine karar verme gücünü kendimde bulmuşken... durdum, düşündüm, sordum, ne bok yiyorum lan ben? çıkış kapısı nerde? off butonum neremde?

bi yaratıcı var ama nerde?



Converse ve Dazed Magazine, yaratıcı genç yetenekler arıyor. 35 yaş altındaki artistlere açık olan "Emerging Artists Award"ın birincisini 6 bin, ilk 5'e girenleri bin pound bekliyor. Yarışmaya katılacakların üniversite öğrencisi olmaması gibi bir tuhaf şart da koyulmuş. Katılan işlerde; yaratıcılık, iyi üretilmiş ve güçlü etki gibi faktörler göz önüne alınacak. Şansını denemek ve uluslararası bir başarıya imza atmak isteyenler başlığı tıklasın.

AKP kömür karası

Tasarım, reklam, müzik,fotoğraf, sinema gibi konuların yer aldığı konteynerimiz; sanatın ancak aydınlık bir toplumda var olabildiğini düşünüyor. Bu nedenle kömür karasına bulanmış iktidarın son oyunlarına gayet güzel değinen Bekir Coşkun'un Haber Türk'te yayınlanan iki yazısından alıntıya yer vermek istiyorum. Yazıların bütününü aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz.

Kömür çuvalını Anayasa paketinin içine koymuşlar...
.........

Anayasa Mahkemesi tarafından, rejim karşısında suçlu bulunup cezalandırılan bir siyasi iktidarın, kendisini mahkûm eden o yüce mahkemeyi yeniden dizayn etmeye kalkması...
Hangi ilkel hukukta olabilir?...


Aylardır yüksek yargı ile didişen... Yargıyı sindirmek için savcıları hâkimleri kovalayan... Yüksek yargıçları “kuşatıldık” dedirtecek kadar çileden çıkaran bir siyasi iktidarın, bu kez Anayasa’yı değiştirerek HSYK‘nın yapısını kafasına göre düzenlemesi...
Hangi toplum vicdanına sığabilir?..
Dahası:
.......kendi sahtecilik, evrakta sahtekârlık, kalpazanlık, zimmet dosyaları orada dururken, “dokunulmazlıkları” kaldırmayı akıllarından bile geçirmeyenlerin yapacakları Anayasa’ya, aklı-mantığı olan hangi halk “evet” diyebilir...
.......


AKP, 12 Eylül’ün sivil olanıdır...

........AKP, şimdi kendi “geçici 15’inci maddelerini” koymuş zaten pakete...
Kendilerini yargılamayacak bir yapı...
Gittikten sonra da sürecek bir dokunulmazlık...
Küçük bir tadilatla, paltonun içinde bu kez AKP...

İyi bakın...
AKP yönetimi, 12 Eylül’ün sivilidir...


http://www.haberturk.com/yazarlar/502968-akp-12-eylulun-sivil-olanidir

Çarşamba, Mart 24, 2010

aklıma gelen başıma geldi / Facebook İstatistikleri



hakiki feybuk

geeksaresexy.net

yeri gelmişken; Facebook İstatistikleri:



Toplam aktif kullanıcı sayısı: 400 milyon
Her gün Facebook’a giren kullanıcı oranı %50
Her gün statüsünü güncelleyen kullanıcı sayısı 35 milyon
Her gün post gönderen kullanıcı sayısı 60 milyon
Her ay yüklenen fotoğraf sayısı 3 milyar
Her ay paylaşılan içerik sayısı 5 milyar
Aylık düzenlenen etkinlik sayısı 3.5 milyon
Toplam Fan Sayfa sayısı 3 milyon
Fan Sayfası’na sahip lokal işletme sayısı 1.5 milyon
Sayfaların toplam fan sayısı 5.3 milyar
Bir kullanıcının ortalama arkadaş sayısı 130
Bir kullanıcının Facebook’ta günlük harcadığı süre 55 dakika

Facebook Top 10 Ülkeleri:
1. ABD : 111 milyon 212 bin
2. İngiltere: 23 milyon 449 bin
3. Endonezya: 19 milyon 528 bin
4. Türkiye: 18 milyon 679 bin
5. Fransa: 15 milyon 928 bin
6. İtalya: 14 milyon 931 bin
7. Kanada: 13 milyon 424 bin
8. Filipinler: 10 milyon 600 bin
9. İspanya: 8 milyon 861 bin
10. Meksika: 8 milyon 236 bin

website-monitoring.com

90'larda ne vardı?



Pig Jockey'de gördüm, hatırladım. Hatırlamaz olaydım.

Pokemon Kartları
Kendini 6. Kattan atıp uçacağını sanan zeki çocuklardan bahsetme sıkıcılığına düşmeyeceğim elbette burada. Allahım nasıl bi şapşallıktı. Geçti di mi…




Tazo
Bizlerin taso dediği Japon çelikçomak oyunu. 90’larda cips satışlarını deli gibi artırmıştır. İçinden taso çıkacak diye, o cips paketleri nice pazarlıklara konu yapılmıştır. Hatta o dönem, ilk okullardaki para birimi bu taso olmuştu. Arkadaşlara, 5 tasoya gazoz, 3 tasoya simit alınırdı. Ben yine ucundan yakaladım o dönemi. Kaçırsam bilye dönemi çocuklarından olucaktım.



Teletubbies
"batarken güneş ardından tepelerin
geldi elveda zamanı teletabilerin"
Susam Sokağı’yla büyüyen çocuklardan bir sonraki kuşağın sabah programı… Koca götlü dört cinsiyetsiz karakterden oluşan Teletabilerin kol bastı videosu da şurada:
http://www.youtube.com/watch?v=TZitcRH8YaQ



Tamagotchis

1996 yılında dijital pet olarak ortaya çıkan Tamagoçiler ilk çıktığında hedef kitlesi 8-15 yaş arasıydı ama gördüler ki her yaştan şehirli, ofis insanı bu çılgınlığa sardı. Petinizi sanal olarak besliyorsunuz, oynuyorsunuz, uyutuyorsunuz. Hatta yanlış hatırlamıyorsam, tamagoçisine dalıp 2 gün bebeğini beslemeyi unutan bir kadın bile vardı. Sanal kedi, köpek olarak başlayan tamagoçi de tabii yine Japonların başının altından çıktı. Şimdi bütün interaktif acanslar müşterilerine “size tamagoçi yapalım,çok gidiyor” diyerek advergame’ler sunuyor. Bu yumurta şeklindeki aletlerin 2008 yılında tüm dünyada 70 milyon satması bu işgüzarlığı destekliyor tabii.




Yo-yo
İlk kez 1920 yılında Filipinli Pedro Flores’te görülen yo-yo’lar, 90’ların bir diğer fenomeni oldu.

Salı, Mart 23, 2010

ahlaklı çocuk şu Nike



Ethispher Enstitüsü’nün yeni yaptığı bir araştırmaya göre L’oreal, Ford ve General Mills “dünyanın en etik” şirketleri arasına girmiş. Hatta en tepe üçü paylaşmış. Enstitünün beyin takımının 3 bin şirket arasında yaptığı değerlendirmede; yönetimin şeffaflığı ve sektörel liderlik gibi kıstaslar göz önüne alınmış. Henkel, Google, T-Mobile, Vodafone ve Nike listede yer alan diğer “etik” şirketler. Dell, HSBC, McDonalds ve Toyota ise, aksine çuvallayanlar arasındalar. Bana sorarsanız “etik” kavramını daha da açmalıydı Ethispher. Mesela Ford ne yapmış da etikmiş, Dell ne yapmamış da etiğini kaybetmiş. Etik olmak ne ifade eder bir şirket için? Müşterisine karşı çok mu dürüstmüş, kardan ziyade tüketici odaklı mıymış, yeşile ne kadar değer veriyormuş, karbon ayak izleri ne alemdeymiş, küresel savaşların hangi yanına düşerlermiş, 3. Dünya ülkelerinde insani şartlardan uzak çalışanları, fabrikaları var mıymış, etik cinayet olur muymuş, bu etik yapı ahlaksızlığı doğurur muymuş?

fotoğraf + metin



Fotoğrafın olduğu yerde metne gerek var mıdır? Metin tek başına duyguları ifade etmede ne kadar yeterlidir? Fotoğraf çekenindir, metin de yazanındır, o halde iyi bir göze ve kaleme sahip olmak şart mıdır? dır dır da dır dır...

"Çağdaş Fotoğraf Serileri söyleşi dizisinde bu ay, fotoğraf ve metin birlikteliği ele alınacak ve metni vazgeçilmez bir bileşen olarak kullanan sanatçıların işlerine odaklanılacak. Söyleşi, 27 Mart Cumartesi saat 16.00-18.00 arasında İstanbul Modern Sinema’da izlenebilir. Etkinlik ücretsizdir. "

detaylı bilgi için başlığı tıklayıp İstanbul Modern'in FWA'lı sitesine göz atabilirsiniz.

Cuma, Mart 19, 2010

bunnymen.com ödül aldı



Echo ve the Bunnymen'in web sitesi bunnymen.com SXSW Interactive tarafından en iyi müzik sitesi ödülünü kapmış. Sitenin webmaster'ı Peter Allen ödülü grubun fanlarına armağan etmiş ve konuşmasında söyle demiş: "Bu grup 30 yıldır yaratıcılığından birşey kaybetmedi ve üstelik sadece müzik alanında da değil."


*neden blogspot'ta "ve" işareti yapamıyoruz ki ne

Perşembe, Mart 18, 2010

dün gece resmini öptüm de yattım



poto: manyak herif John Rankin Waddell

Çarşamba, Mart 17, 2010

en sevdiğim lecool kapakları







İşte Anadol: yılların hayalini hakikat yapan otomobil



İşte hayalimdeki otomobil! Şaka değil, arıyorum bundan bir tane. Modifiye edilmiş de olur. STC 16 bulsam bir de keyfimden uyuyamam. İşte böyle Anadol bakınırken bana ilginç gelen bi bilgiyle karşılaştım. Vehbi Koç "halk tipi otomobil" olarak nitelendirdiği bu arabanın ismini de halkın koymasını istemiş. 10 bin lira "mükafatlı" isim yarışmasını reklam babası Eli Acıman'ın (Manajans) yürütmesi istenmiş. Yarışmaya 10 bin kişinin katılması beklenirken... 86 bin kişi isim öneriyor. Finale kalan Anadolu ve Koç isimleri arasından Anadol sıyrılarak bugünlere gelemiyor işte. Elinde Anadolu olanlar koleksiyoncular, Anadolu'da yarım kasalı Anadol'la karpuz satan amca, lütfen ona iyi bakın.

Salı, Mart 16, 2010

Is it a fashion statement? or at skinde kelebek?



güzel kadını al, üstüne kelebeği çak. olmuş mu bu ilan peki? life is good, klum is beautiful mu?

Chiquita Banana Original - (1955) 1:24

Chiquita Banana Original - (1955) 1:24



"Hello Amigo...I'm Chiquita Banana, and I've come to say
Bananas have to ripen in a certain way.
And when they are flecked with brown
and have a golden hue,
Bananas taste the best, and are the best for you.
You can put them in a salad. You can put
them in a pie - aye.
Anyway you want to eat them it's
impossible to beat them.
But bananas like the climate of the very,
very tropical equator.
So you should never put bananas in the refrigerator."


Reklam Ajansı: BBDO
Animasyon: Disney Studios
Şarkıcı: June Valli

artistik paintball



Proje: ‘Artistic Paintball’
Müşteri : NISSAN Jean-Pierre Diernaz, Caroline Méchaï, Timothée Gazeau
Ajans: TBWA\G1, TBWA\PARIS

nissanurbanproof.com

hangi sosyal medya?



sen, ben, o, biz, siz,onlar ve hepimiz bir şekilde sosyal medyada var olmaya, bu aracı işimiz, hobilerimiz, web sitemiz, markalarımız için en verimli şekilde kullanmaya çalışıyoruz. herkesin gözü facebook'ta, twitter'da, bloglarda, video paylaşım sitelerinde, orda ve burada... peki hangi amaç için ne en fayda sağlayanı? fotoğrafın üzerini tıklayıp büyüttüğünüzde bu soruların cevabını bulacaksınız. müşteri ilişkileri için facebook mu flickr mı, marka farkındalığı yaratmak için twitter mı iyi linked in mi, digg miyoksa facebook mu siteme daha çok trafik sağlıyor, arama motorlarında hangisi beni öne çıkarıyor? yukarıdaki görsele bi tık, cevaplar gözünüzün önünde. Penn Olson'dan.

Pazartesi, Mart 15, 2010

piece of body




tasarımcı: Andrej Krahne

Pazar, Mart 14, 2010

Zeki çocuklar için oyun vakti






Oyuncak koleksiyoncusu Kerem Sabuncu “Erkekler hiç bir zaman büyümez” lafının yaşayan bir örneği ve bununla gurur duyuyor. 10 yaşındayken yolu Mecidiyeköy’deki Oyuncak Dünyası’na (muhtemelen şimdi yerinde dönerci vardır) düşüyor ve Star Wars karakterleri biriktirmeye başlıyor. O gün bugündür oyuncaklara meraklı olan Kerem işi büyütüyor ve Star Wars’tan Dunny ve Kidrobot’a terfi ediyor. Detayları fark etmeyi, incelemeyi sevenlere de oyuncaklarla haşır neşir olmayı öneriyor.

Evren Müberra Ünal

Kerem, senin oyuncak tutkunu olduğunu biliyoruz. Peki deli misin 30 yaşında hala paranı oyuncaklara yatırıyorsun? Bu nasıl bir tutku?
Eve her yeni oyuncak geldiğinde eşim de aynı soruyu soruyor: “Koca adam oldun, yakında baba olacaksın, ne bu oyuncak sevdası” diye... Aynı şekilde annem babam da “oğlum sana yeterince oyuncak almadık mı çocukken, anlamıyoruz ki” falan diyorlar... Oysa çok aldılar ve oyuncakları çok sevdim. Bu bitmeyen oyuncak sevgisinin sebebi de o aslında!

Eşin alıştı mı bu duruma peki?
Önceleri biraz daha mesafeli duruyordu ama “kadınlar peluş oyuncak sever” teorisini bir kez daha haklı çıkardım ve onu da Uglydolls’a sardım. Mutlu mesut bol oyuncaklı yaşıyoruz :)


Oyuncak koleksiyonuna nasıl başladın?
Oyuncak tutkusu çocukluktan geliyor. Star Wars first edition oyuncakları beni bu koleksiyon işine ilk başlatan şey oldu diyebilirim. Milk’in kurucularından Can Başyiğit’in hakkını yememem lazım! 4-5 sene önce benim bu tip şeylere ilgim olduğunu fark edip bazı web sitelerine yönlendirmişti. Biraz sitelerde gezip, bir-iki tane oyuncak ısmarladıktan sonra ipler koptu zaten!

Neden özellikle Dunny? Başka oyuncaklar da biriktiriyor musun?
Aslında işe Toy2R’ın Qee Toyz’ları ile başladım. Arkasından Dunny’ler geldi. Dunny’ler daha geniş ve tombul tipler oldukları için üstünde çok daha fazla detay oluyor genelde. O yüzden sanırım onlar Qee’lerin biraz daha önüne geçti. Qee ve Dunny dışında şimdilik Eboy’un Peecol serisinden birkaç eleman var, Tokidoki Cactus’lerinden birkaç parça var, büyük boy Kozik Labbit’im var.

Ne yapacaksın bunlarla ileride? Evde çok yer kaplıyor mu?
Bir ara sayıları iyice arttığında baya bir dağınık duruyorlardı. Sonunda İkea’dan aldığım cam bir vitrinde topladım hepsini. Ama biliyorum ki bir kaç ay sonra yeni bir vitrin daha almam gerekecek. Aslında güzel pleksi kutular yaptırmak istiyorum. Göz hizasında duvara asılacak, 2-3 raflı dikdörtgen prizma pleksi kutular. Gözlük dükkânlarındaki teşhir dolapları gibi bir şeyler var aklımda. Bakalım sayı arttıkça çözüm de üreteceğim mecburen...

En çok hangi tasarımcıların oyuncaklarını seviyorsun?
Son dönemlerde Kozik, Joe Ledbetter, Tokidoki, Eboy sevdiğim tasarımcılar. Önce tasarımı sevmek ve takdir etmekle geçiyor zaman, sonra aynı tarzı yeterince sevdiğini anlayınca tasarımcıya da merak salıyorsun, onun yaptığı farklı işleri takip ediyorsun...


Oyuncak koleksiyonculuğu bir yana asıl işin ne? İşinle mutlu musun?
Ben, reklam ajansında stratejik planlamacıyım. İşim de detaylarla ve incelemeyle ilgili; oyuncakları sevmemle aynı sebepler. Yani, işimi de seviyorum! Bir de tabi işimi yaparken çok ciddi trend takipçisi olmam gerekiyor. Bu da aslında yeni tasarımlar, gadgetlar ve oyuncaklar hakkında bilgili kalmamı sağlıyor.

Ofisteki masanda da var mı oyuncakların?
Tabi ki var. 5-6 tane blind box’lardan çıkan ve evde eşi olan Dunny ve Tokidoki cactus serisinden birkaç karakter var. Bir de Star Wars oyuncaklarımdan birkaçı var: Anakin’in Darth Vader’e dönüşümünü gösteren Darth Vader Matruşka oyuncağı ve Mighty Muggs’un Darth Vader oyuncağı var. Star Wars’daki robotlara benzediği için Wall-E’yi seviyorum, onun da minik bir figürü var.

İşte internetten sipariş verebileceğiniz birkaç link:

www.uglydolls.com, www.artoyz.com , www.atomplastic.com , www.kidrobot.com , www.frozenempiretoys.com , www.fugitivetoys.com , www.voltageland.com, www.bunlardanistiyorum.com

*Bu röportaj Hürriyet Gazetesi Kampüs ekinde yayınlanmıştır, tüm hakkı Kampüs'e aittir.

Cuma, Mart 12, 2010

absolutely brilliant


headache



"My girlfriend just caught me with another girl"

non-alcoholic beer

imagine

fine, thanks




Sarah Hernandez/LeCool London

Perşembe, Mart 11, 2010

Hamdım, piştim, öldüm




Her ham pişer mi ?
Pişmez.

Her pişen olur mu ?
Olmaz.

Olmak
Ermek
Keramettir.

Her kula nasip olmaz.

Öldüm
Demeden
Oldum
Deme.


Şiiir: gizli şair Homo Sapiens Sapiens
Fotoğraf: evren müberra ünal

Çarşamba, Mart 10, 2010

Bu stick’i saklasak da mı dinlesek?



Taksim-Kadıköy hattında doğan 110, üçüncü albümleri “Sıfır” ile tekrar biz müzikseverlerin karşısında. Vokalde Candan Tezel, klavyede Ozan Yılmaz, davulda Mehmet Uludağ ve gitarda Burak Yerebakan kadrosuyla kaldığı yerden devam eden grup… Hayır, hayır, kaldıkları yerden devam etmiyorlar! Bugüne kadar yayınlanan iki albüm ve altı klibe rağmen sıfırdan başlıyorlar. Üstelik albümleri de bildiğiniz albümlere benzemiyor. USB stick formatındaki albümü ister içindekilerle saklayın; ister içindekileri atın bilgisayarınıza, sadece stick olarak kullanın. Yapacak bir şey yok. Sürpriz yapmayı seviyorlar!

Keyifler nasıl, hayat nasıl gidiyor?
Ozan: Keyifler gayet yerinde.
Candan: Albümün koşturmacası bitti, şimdi konser koşturmacaları var demek isterdik ama albüm koşturmacası bir taraftan devam ediyor. Biraz yorucu olmaya başladı.

Siz, albümdeki parçalardan birinin albüm ismi olarak seçilmesindense; albüme özel bir isim bulmayı tercih ediyorsunuz. “Atomların Harika Dünyası” da böyleydi. Peki, “Sıfır”dan nasıl bir anlam çıkarmalıyız? Üçüncü albümle yeni bir başlangıç mı?! Candan: İkinci albümden sonra bir motivasyon düşüklüğü yaşadık. Bir de o dönem gruptan ayrılmalar oldu. Kendimizi geriye çektik ve bu albüme kapandık.
Ozan: Doğal olarak, büyürken yaptığımız hatalardan da ders aldık. Bu albüm bütün o yaptığımız hatalardan çıkardığımız derslerle ilgili. Bu yüzden sıfırdan bir proje yapmışız gibi hissediyoruz.
Mehmet: Tabii albümün USB formatlı olması da bu ismi vermemizde etken.

Evet, müzik dünyasında herkes sizin USB formatındaki albümünüzden bahsediyor. Gerçekten çok güzel çıktınız karşımıza. Bu sihirli stick’in içinden neler çıkacak? Candan: Albümün kendisi! Karaoke halleri, fotoğraflar, klip ve “Geri Dönme”nin kanalları… Burak: Remiks yapmak isteyenler için koyduk bu kanalları.
Ozan: Aslında daha fazla parçanın kanallarını koyacaktık, ancak yer yetmedi.

Anladık ki sıradan işlerle dinleyicilerinizin karşısına çıkmaktan hoşlanmıyorsunuz. USB stick’ten başka nasıl bir sürpriz yapmak isterdiniz dinleyicilerinize?
Mehmet: Enteresan fikirlerimiz var.
Ozan: Görsel tasarım ajansı Paternika ile birkaç projemiz var. Önümüzdeki dönemde hayata geçirmeyi planlıyoruz.
Candan: Ancak ne kadar zaman sonra olur, orasını bilemiyoruz.

Albümünüzü alanlar nasıl bir duyguyla karşılaşacaklar?
Candan: Genel olarak depresif ve agresif bir durum hakim albüme ama insanlarda nasıl bir etki bırakır, onu bilemeyiz.
Burak: Herkes kendine göre algılıyor müziği. Bizim anlattığımız albümü yayınlayana kadar. Sonrası dinleyiciye kalıyor.

Klibe gelelim, Tuz Gölü çekimlerinde ekip arabasının balçığa batması işinin aslı nedir? Nasıl çıktınız?
Mehmet: Traktör kiraladık  Tuz Gölü’nün yabancısıyız, doğasını bilmiyoruz.
Burak: Bir amca vardı, “şuradan gidin, buradan geçilmez” demişti ama aracı kullanan arkadaş ikinci kısmı duymamış.

Çekimlerde başka zorluklarla karşılaştınız mı?

Candan: Sıcaklar zorladı açıkçası. Klibin sonunda renk değiştirmiştik. Daha sonra post prodüksiyonda color correction’la düzelttiler!
Mehmet: Bir de çok turist vardı. Klip çekilirken arkadan yüzlerce insan geçiyordu. Bu kadar turist geldiğini bilmiyorduk açıkçası.

110’un sound’u hakkında eleştirmenlerden bir sürü şey dinliyoruz. Bu sound’un ismini sizinle birlikte koyalım mı artık?
Candan: Bizim için de zor oluyor. Elektronik alternatif rock diyoruz bu aralar ama mecbur kaldığımızdan. Bize kalsa adını koymaya gerek yok. Her tarzı deniyoruz çünkü.

Gruptaki iş bölümü nedir? Keyifli mi yoksa kavga dövüşlü bir süreç mi geçiriyorsunuz?

Ozan: Önce Candan, sözleri ve basit müziği yapıyor.
Candan: Sonra Ozan parçanın nasıl düzenlenmesi gerektiğine karar veriyor. Verdiği karar doğrultusunda müziği değiştiriyor kimi zaman. Daha sonra Mehmet davullara, Burak’sa gitarlara müdahale ediyor. Kavgalı bir dönem geçirmiyoruz çünkü herkes nerede dâhil olması gerektiğini biliyor.
Burak: Bir de Ozan prodüktörlük de yaptığından ondan korkup susuyoruz.
Mehmet: Çok ters adamdır!

Candan, grubun isminin senin Yıldız Teknik’teki günlerinde sık kullandığın 110 numaralı Taksim-Kadıköy otobüs hattından geldiğini biliyoruz. Hala aynı güzergâhta mısınız?
Candan: Hayır, yollarımız ayrıldı maalesef. Ama güzel bir planımız var 110’la ilgili. Sürpriz olsun.

Müzikle profesyonel olarak ilgilenmek isteyen ama bir yandan da üniversitede başka başka bölümlerde okuyan öğrencilere ne tavsiye edersiniz?
Candan: Ne yapmak istediklerine bir an önce karar versinler. Biz bu konuda çok şanslı değildik.
Ozan: Şu da var ki Türkiye’deki eğitim sisteminde öğrenciler, gerçekten ne yapmak istediğinin farkına varmıyor. Bizler ne söylersek söyleyelim, aynı hatalar yapılmaya devam edilecek.

Siz mesela, okulla müziği bir arada mı götürdünüz?
Candan: Okulla müziği aynı anda götürenler var tabii ki ama biz onlardan olamadık maalesef. Bizi örnek almasınlar!

Konserler nasıl geçiyor? Yoğun istek üzerine Bronx Pi’de konserlerinizin tekrarlandığını biliyoruz. Başka nerelerde çalacaksınız önümüzdeki günlerde?
Ozan: Evet 5 Mart’ta Bronx Pi sahnede bir konserimiz olacak. Mart sonuna doğru Edirne ve Çanakkale’de de konserlerimiz var. Eskişehir, Bursa, İzmir ve Ankara’da var ancak bu tarihler konusunda emin değiliz.
Mehmet: Konserler için klibi bekliyorduk, bu yüzden tarihleri ileri attık.

Peki klip ne zaman ekranlarda görünecek?
Candan: Bu hafta ya da önümüzdeki hafta kanallarda olacak.
Son olarak söz sizde…
Candan: Önümüzdeki dönemde ilginç birkaç projemiz var. Bunlar ne zaman hayata geçer bilemiyoruz. Mesela hep birlikte eğleneceğimiz bir klip fikrimiz var. Şimdilik sürpriz olarak kalsın.
Ozan: Eskisini kullanmaktan vazgeçtik, “İstanbul”a yeniden klip çekiyoruz. Bu aralar onun çekimleri olacak. Takip edin!

*Bu röportajım Hürriyet Kampüs ekinde yayınlanmıştır, tüm hakkı Kampüs'e aittir.

diesel sfw xxx



diesel ve the viral factory bir araya gelince tabii reklamda sınır tanımıyor.

lolipoptan aşk





Brooklyn'den Julia Cjiang'ın lolipoplardan hazırladığı pop art.

fubiz

Salı, Mart 09, 2010

Bu da Great Escape Line Up'ı



Biliyorum hepiniz, Sonisphere, Glasto, V gibi festivallerin hayaliyle yanıp tutuşuyosunuz. Yalnız bu da benim için yeri bi başka olan festivallerden biridir. Geçen yıl bu festival sayesinde Danananaykroyd ve nicelerini keşfetmiştim. British Sea Power da headliner'dı. Great Escape, İngiltere müzik sahnesinde "yeni" neler oluyoru takip etmek açısından StagandDagger ve Camden Crowl'la birlikte üçün biridir. İşte bu yıl ki line up: Wild Beasts, Eighties Matchbox B-Line Disaster, Band Of Skulls, Stornoway, Lonelady, White Rose Movement, Canterbury, The Boy Who Trapped The Sun, Summer Camp, Think About Life, Jim Jones Revue, Codeine Velvet Club, Hook & The Twin, Young Guns, John & Jehn, Lucky Soul, Birds Of Tokyo, Chicken Hawk, Chief, Lauren Pritchard, Kassidy, North Atlantic, Oscillation, Bo-Ningen, Larissa McKay, John Smith ve dahası.. daha dahası.

Pis pis güler Dengesiz Herifler!


"Yar taş kalpli değilsin; sen kalpsizsin, kalpsizsin"

İlk önce gaz ve toz bulutu vardı. Sonra Nokiasupersound müzik yarışmasında finale kaldıkları “Her Gün İçeceğim” parçası çıktı. Pis, pis güldük. Parçanın herkes tarafından bilinip sevilmesiyse sütlü kliplerine denk geldi. Bir Dengesiz Herifler furyası çıkınca gittik, konuştuk. Gördük ki dengesiz falan değiller. Hepsi gayet efendi, müziğe takık üniversite öğrencileri. Ankara’nın bağrından çıkan grubun vokali ve gitaristi Doğa, Ankara Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği; davulcu Eren, Çankaya Üniversitesi İşletme; diğer gitarist Emre, Hacettepe Üniversitesi Felsefe bölümlerinde öğrenim görüyorlar. Basçı Mustafa ise Hacettepe Psikoloji’nin ardından, Bilgi Üniversitesi’nde MBA’e devam ediyor. Sorular başlasın!

Her biriniz farklı üniversitelerde okuyorsunuz. Birbirinizi nasıl buldunuz?

Doğa: Ben Mustafa’yla sokakta tanıştım. 2002 yılıydı, henüz üniversitede değildim. Beraber müziğe başladık. 2006’ya kadar grubu iki kişi götürdük.
Mustafa: Kendi imkânlarımızla evde kayıtlar yapıyorduk ve ufak tefek konserlerde çıkıyorduk.
Doğa: 2006’da Nokiasupersound yarışmasında Eren de bize katıldı. Emre de, Eren’in aracılığıyla ikinci gitarist olarak 2009’da gruba girdi. Birlikte birçok iyi konser verdik şu ana kadar.

Emre, siz Eren’le nerde tanıştınız?
Emre: Biz de sokakta tanıştık. Sonra birlikte müzik yapmaya başladık.
Mustafa: Gördüğün gibi kimse üniversite aracılığıyla tanışmadı bu arada.
Eren: Tek bir şey söyleyeceğim: Mustafa bana “beraber çalalım" dediğinde iki hafta falan dalga geçip Dengesiz Herifler'i aşağılamıştım! Nasıl bir kafaysa, şimdi grubu kurmuşçasına yüklenirim bütün dertlerini onların...

“Onlar”, “Biz” oldu, ondandır belki! Peki, albüm çıkarmadan klip yayınlayıp müzik piyasasında işleri tersine döndürdünüz. Neden?
Doğa: Çünkü albüm yapmak klibe göre hem daha masraflı hem de daha zahmetli bir iş. İlk albümde piyasadan silinip giden birçok grup var. Onlardan biri olmak istemiyoruz. Bu nedenle, albüm için doğru zamanı bekleyip doğru insanlarla çalışmak istiyoruz.
Emre: Albüm olmadan klip olmaz gibi bir kaygımız yoktu. “Beğenilir mi, beğenilmez mi” çok düşünmeden doğru bulduğumuz şeyi yaptık. Güzel de bir klip oldu. Çok iyi tepkilerle karşılaştık.
Eren: Bizim amacımız bandrolü yapıştırmak değil, müziğimizi daha fazla insanla paylaşabilmek.
Doğa: Özetle “olmuş” olması için bir albüm yapmak istemedik. Bundan sonra da albüm için çok iyi bir teklif gelmedikçe, şarkılarımıza klip çekmeye devam edeceğiz.

Klibiniz müzik kanallarında en sık yayınlanan ve en çok istek alan klipler arasındaydı. Böyle bir ilgi bekliyor muydunuz?
Emre: Ben bekliyordum!
Eren: Ukalalık gibi gelmesin ama şarkımız çok samimi ve dinlenebilir bir şarkıydı. Klip de sıra dışı bir çizgide olunca ilgi yüksek oldu.
Mustafa: Yani “Her Gün İçeceğim” hep dikkat çeken bir şarkı oldu zaten. Klip de iyi olunca, insanların ilgisini çekti.
Eren: Yine de beklemiyorduk. Biz zaten hep karamsarız, her şey "olmazmış" gibi gelir genelde bize.

Hayal Kahvesi'ndeki konseriniz çok coşkulu geçti. Sizin o konserden aklınızda kalanlar neler?
Eren: Beyaz bir Ankara-İstanbul otoyolu, konser sabahı saat altıda İstiklal'de havayı döven, sonra da pandomim yapan bi amca, az alkol ve güzel performans!
Doğa: Az içtik ve sahneye daha çok hâkim olduk. (Gülüyorlar)
Mustafa: Genelde konserler epey coşkulu geçiyor bu arada. Biz çok çok fazla eğleniyoruz sahnede.
Doğa: Ayrıca Hayal Kahvesi’nde çalmak büyük keyif! Dream TV tüm konserimizi kaydetti, bu da unutulmaması gereken bir şey.

Konserlerde hangi grupların cover’larını çalıyorsunuz? Bir albüm çıkaracak olsanız ve tek cover koysanız hangi parçayı cover'lamak istersiniz?
Doğa: MFÖ,311,Rancid, Beatsteaks, Daft Punk şu an aklıma gelenler ama albüme tek parça koyacak olsak herhalde MFÖ isterdik, hepimizin ortak birleştiği nokta olarak.
Emre: The Cure çalıyoruz ek olarak.
Mustafa: Kesinlikle MFÖ-Bazen

Albüm formatları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Mustafa: USB olayını tutuyorum ben. Üzerinde grubun logosuyla ortalıkta gezen bir USB, iyi reklam bence.
Doğa: Müzik her kanaldan dağılmalı, olabildiğince ucuz olmalı ve isteyen anında ulaşabilmeli. CD'ler gereksiz pahalı, o yüzden satılmaması gerçeğini çok doğru buluyorum. Müzik, internetten indirilsin ya da ucuz miktarlara internetten alınsın.
Eren: Sadece CD olsun, o da standart CD kutusunda olsun, düzenim bozulmasın, albümler yan yana gelince bizimki jilet gibi görünsün. İsteyen de indirsin. Hatta isterlerse şarkılarımızı ben bile gönderirim onlara, fark etmez.

Hepiniz üniversitelisiniz. Sizce okullarda öğrencilerin müzik yapması için yeterince olanak sağlanıyor mu? Sizin okullarda durum nedir mesela?
Emre: Sağlanmıyor. Güzel işler yapmak isteyen birkaç kişi de zamanla kırılıyor.
Doğa: Genelde okulların sadece müzik toplulukları oluyor ve kendi okullarının bahar şenliklerinde konser düzenliyorlar. Okulların öğrenciler için ayırmış olduğu herhangi bir stüdyo ortamı yok. İnsanların ellerine gitarlarını, bagetlerini alıp müzik yapabildiği bir stüdyo sadece ODTÜ’de gördüm diyebilirim.
Eren: Müziği çok ciddiye alan okullar olduğu gibi, sıradan bir durum olarak algılayan ve yeterince imkân sağlamayan okullar da var ve maalesef ikinciler ilkinden daha fazla... Dünyanın en önemli şeyinin müzik olduğunu fark etmeleri ne kadar zaman alır bilmiyorum da, fark edeni de durdurmak zor zanaattır.
Mustafa: Bence bu, öğrencilerin elinde olan bir konu… Gerçekten kararlı ve güçlü bir müzik topluluğunuz varsa bir şekilde hak elde ediliyor. Ben, ODTÜ ve Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde müzik stüdyoları gördüm. Her okulda kesinlikle olması gerekiyor.

Ankaralı bir grup olarak Ankara'nın en iyi ve en kötü yanı nedir?

Mustafa: Ankara’da insanlar, mekânlar rahat. İstanbul’da bu rahatlığın yanından bile geçemezsiniz. Sürekli bir gerginlik var ortamda. En kötü yanı ise, insanları çıkardığınızda Ankara’da ilgi çekici herhangi birşeyin kalmaması…
Eren: Ankara’da çok fazla yapacak şey yok. Kafan dağılmaz. Düşün, düşün, düşün, daral, bunal, yalvar, yakar, müzik yap, müzik yap... İstanbul kadar hızlı bir şehir değil. Bu da, gerçek ve hissettiğin şeyi yapmana yardım ediyor.
Emre: Kötü yanı ise, o yaptığın şeyi pazarlayacağın yer Ankara değil.
Doğa: Ankaralı ya da İzmirli grupların öncelikleri para kazanmak olmadığı için İstanbullu gruplara göre daha verimli, daha yaratıcı işler çıkardıklarını söyleyebilirim. İstanbul müziği daha çok yap-sat'a yönelik. Ankara, oley!

Buradan, "Duyuyor musun beni?" diye birine seslenseniz, kime ne derdiniz?
Mustafa: Şarkısı var ya “Öldür Beni Yavaşça” diye, orada anlattım derdimi sanırım.
Eren: "Hey Bobby Marley, sing something good to me" derim, susarım.
Doğa: "Yar taş kalpli değilsin; sen kalpsizsin, kalpsizsin" derdim ona.

*Bu röportajım, 8 Mart Pazartesi günü Hürriyet Gazetesi Kampüs ekinde yayınlanmıştır. Tüm hakkı Hürriyet Kampüs'e aittir.

Pazartesi, Mart 08, 2010

Who the fuck is Alice?




Başlık "herkesin hayal gücün kendine" de olabilirdi. Hatta burda cahil sanıliyim de "ay kız cehaletinden Tim Burton'a bok atmış" desinler diye "herkez" de yazabilirdim. Lakin bu yazacaklarım, aylardır büyük hayallerle Alice'i bekleyip de yerine soluk benizli ağlayan leblebiyi gören bir kızın feryadıdır. Tim, sana fena bozuğum söyliyim. Buna ancak "Nightmare After Alice" derim. Benim ilk okulda okuduğum bu kitabın üzerine bir gram bişey koymamışsın güzel abim. En son da İngilizcesini okuduğumdandır heralde, s.kik İstinye Park'ta türkçe dublajla izlemek zorunda kalıp hezeyana uğradım, beklentilerim taşa dönüştü. Burda senin suçun yok tabii. Bir de internetten 3D eğlencesiyle ibaresine kandım. Son anda bileti geri verip "Veda"ya gidecektim ama boyfriend'im sakin günündeydi. Sakin demişken, Sakin'le bi röportaj yapmam lazım. Neyse Alice'in hatrı da var, tabii girdik filme.

Özetle, ilk okulda olsaydım, yine de bir burun kıvırırdım. Zira biz sinema çıkışında ilk 10 çocuğu durdurup sorduk:"Sevdiniz mi" bir cevap alamdık, zaten çoğu annesini kucağında uyuyakalmıştı. Leblebi suratlı Alice beni bile uyuttu. Filmdeki en büyük hayal kırıklığım da Kırmızı Kraliçe'nin kartlarıydı. Ben onları öyle hayal etmemiştim, kalorifer böceği gibi olmuşlar kırmızı kırmızı. Kaldı ki hayatımda ilk kez kırmızı kraliçenin tarafını tuttum. kadın haklı "ben büyüğüm taç benim hakkım" diyor. beyaz ukalanın taç talebi neye dayanıyor? sadece bu ülkede değil, dünyada güzelsen aç kalmazsın prensibi geçerli kılınıyor. Johhny Depp'ten bahsetmicem, çocuğun günahı yok. Rol bu demişler, güzelce oynamış. Son söz niyetine, favori karakterim hala Cheshire kedisi. Tırtıl da sülüğe benziyodu. Ama insan konutukça rahatlarmış demek ki yazdıkça sinirim geçti. Bir de üç boyutlu orjinal dilde gidiyim bakiyim. Belki severim.

bu yazı bunla daha anlamlı biter:

i don't know why she's leaving, or where she's gonna go
i guess she's got her reasons but i just don't wanna know
'cos for 24 years i've been living next door to alice
-alice who the fuck is alice-
24 years just waitin' for a chance
to tell her how i feel and maybe get a second glance
now i gotta get used to not living next door to alice
-alice who the fuck is alice-

Cuma, Mart 05, 2010

ben burdayım, sen nerdesin?



oğlan sıkılmıştı, kütüphanede geçen kağıt kokulu mesailerinden. annem diyordu acaba koynuna alıp sarmalar mıydı beni, der miydi, hayallerin burada, uzaklarda arama. annesi yoktu, başka bir kadın aradı. bambaşkaydı, oğlanın hayallrini keşfetmişti, şimdi özgürlüğün şantajını yapıyordu ona. neyseki çok incinemezdi duyguları her ikisinin de, her ikisi de birer robottu.

vice magazine'in de şeflerinden biri olan "Tersyüz" (Adaptation), "John Malkovich Olmak" (Being John Malkovich) ve "Arkadaşım Canavar" (Where the Wild Things Are)gibi filmlerin yönetmeni, kaykaycı spike jonze'un "kısa"sı "I'm Here" (Ben Buradayım) absolut vodka sponsorluğunda çekildi ve şimdi Sundace ve Berlin2in hemen peşinden İstanbul Modern'de gösterimde. Tarihler ve saatler şöyle: 11 Mart Perşembe saat 14.00, 15.00, 16.00 ve 17.00 ve 25 Mart Perşembe saat 14.00, 15.00, 16.00.

sigarayı bırakırken





bugün işe gidemedim. ölmüş bit kabuğu gibi bilgisayar başında pineklerken, kaç kere çıkıp sigara içtim saymadım. bu blogu kişisel sıkıntılarımla boğmadım hiç bugüne kadar ama şimdi kendimi çok yalnız hissediyorum. konuşmaya ihtiyacım var. evde kimse yok, kedim de salonun ortasına sıçtığı için cezalı, onunla da konuşmuyorum. siz de şimdi sanıyosunuz ki hanım işe de gitmemiş, hazır evde de kimse yok meme göt bakıyor, onu da utamadan burdan paylaşıyor. kazın ayağı öyle değil. beni bilen bilir yıllardır sigarayla mücadele ederim, beyoğlundaki barlara gidip de burda sigara içiliyor mu diye sorup "evet" cevabını alınca hemen 212 252 77 55'i arayıp belediye görevlisine ağızdan girer popodan çıkarım. artık sesimi tanıyolar, dikkate de almıyolar. ama bundan sonra aramıcam zaten, sigarayı bırakmaya da çalışmıcam. çünkü richard kern'in bu fotoğrafları, memeleri çıkarırsanız anlamından çok birşey kaybetmiyor.