Pazartesi, Ekim 09, 2006

Brecht'in punk'çi torunlari



‘’BOY MEETS GIRL, SO WHAT?’’ Brecht
Bu hikayeyi siz tamamlayacaksınız. Çünkü bu kabarenin bir parçasısınız.

1898 yılında Bavyera’nın Augsburg kentinde doğan bir adam, ölümünden 44 yıl sonra, 2000 yılında Boston’da bir punk kabare grubunun kurulmasına neden olacağını bilemezdi tabi.

Hani bir zamanlar dikdörtgen kafalı bir adamla, uzun siyah saçlarının arasında beyaz meçi olan karısının olduğu bir dizi vardı. Bunların yine kendileri gibi tuhaf iki çocuğu vardı. Karanlık, büyülü ve her daim tavandan örümcek ağlarının sarktığı bir ev. Oğlan çocukları değil ama pudralı suratlı büyük kızları böyle tuhaf bir ürperti uyandırırdı. Tanrım adı neydi, neydi? Her neyse, bizim bu Boston’lu deli fişek grup da işte tam bu dizideki gibi. Atmosfer 1920’li yıllara ait. Elemanların giysileri sanırsınız ki bu diziden esinlenmiş. Enine çizgili siyah-beyaz uzun çoraplar, her daim pudralı bir surat, takım elbiseyi tamamlayan silindir bir şapka. Bu karakterleri alın, Adams Ailesi’nin içine koyun. Dizinin adını da çıkardık böylece.

Piyanist, solist ve şair (söz yazarı demek hafif kaçar, o parçalar ancak uçuk bir şairin elinden çıkabilir) Amanda Palmer ve davulcu Brian Viglione’un bir araya gelmesiyle kurulan iki kişilik orkestra Dresden Dolls, yeni albümlerini yayınlamanın hazırlığı içinde. Biz de bunu bahane ederek onların yaptığı müziği tanımlamak gibi bir işe cüret etmeyeceğiz. Kızarlar. Bugüne kadar bunu yapmaya kalkan herkese kızmışlar çünkü. Bu konuda kimseye tavizleri yok. Bizim de amacımız onları kategorize etmeye kalkmak değil.

Yıl 2000. Ortalıkta tonlarca müzik yapan adam var. Rock grupları müzik kanallarını ele geçirmiş. Çeşitli müzik türleri birbirleriyle flört ediyor. Ama herkesin amacı nihai olarak aynı: Bu müzik kanallarında yer edinmek, çok satmak, daha çok satmak… Bunun için de en kolay yol her zaman pop müziğin kıçını yalamak. Bu altın kurala uyanların kimisi başarılı oluyor, kimi arada kaynıyor gidiyor. Yalnız müzik piyasası dünyanın her tarafında hızla akıp giderken, Boston’da bir çocuk katıldığı ev partilerinin birinde bir kızla karşılaşıyor. Kız bir yandan piyano çalıyor, bir yandan şarkı söylüyor. O anda çocuğun aklından şu cümle geçiyor:’’Oh my God!’’

Herkesin içinde böyle bir his vardır. Sanırsınız ki Tanrı’nın sizin için yarattığı kişi, şu an dünyanın her hangi bir yerinde sizin onu keşfetmenizi bekliyor. Sizin varlığınızda habersizce yediği yemeğin üzerine geğiriyor ya da başka bir şey…Umudunuzu yitirmeyin;Eninde sonunda onu bulacaksınız. Yalan! Öyle bir çift bir taneydi. Onlar da birbirlerini buldular! Evet, işte Brian ve Amanda’nın hikayesi böyle başlıyor. Amanda kendinden geçmiş bir vaziyette şarkılarını söylerken, Brian da aynı yoğunluğu hissediyor. Oğlan, ilk görüşte aradığın insanın ‘’o’’ olduğunu anlamanın verdiği emin duyguyla kızın yanına gidiyor. ‘’Müzikal ruh eşini buldun!’’

Amanda, hayat yarışında Brian’dan dört yıl önde gidiyor. Dolayısıyla bir abla olarak, Brian’ı Boston’un yer altı çevrelerine sokma görevi onun. Bakalım o dönemde bu çevrelerde kimler var: Film yapımcısı Michael Pope, sonradan grubun videolarına imza atıyor; komedyen Zea Baker, şimdilerde grubun sahne ve kostüm tasarımcısı ve The Martin Brothers, Dresden Dolls’un ödüllü sitesinin tasarlayıcısı tasarımcı kardeşler. Öte yandan kimselerin haberi olmasa da Boston’da müzik adına güzel işlerin döndüğü bir dönem. İşte böyle bir ortamda müziklerinin temellerini atan Amanda ve Brian kısa sürede Boston’nun en dikkat çeken grubu haline geliyor. Palmer’in ayaklarıyla piyano çalmayı başararak aşmış adamlar arasında yerini alan Jerry Lee Lewis’i andıran piyano çalış tekniği, Brian’ın yumuşak davul ritimleriyle birleşiyor. Alıştığınız üzere gitar, synth, bas ya da her hangi başka bir müzik aleti yok. Ama sürekli değişen ve hatta adeta çağlayan vokal ve yanar döner piyano ritimleri başka da bir alet aratmıyor. Nasıl ki şimdilerde Sex Pistols ya da The Beatles’dan çığır açan gruplar olarak söz ediliyorsa, bugünün müzikal tarihinin yazılacağı zaman da Dresde Dolls’dan öyle bahsedileceğine eminiz. Bunda sadece müzik tarzları değil, tamamı Plamer’e ait traji-komik sözlerin de etkisi olacak.

Müzik eleştirmenlerinin en büyük hevesi Dresden Dolls’u belli bir müzikal kalıba sokmak ya da yaptıkları her neyse ona bir isim bulmak. Bu işe kalkışmış epeyce çevre gruba bolca sıfat vermiş. Pop, punk, rock, pop-punk, rock-caz, acayip, tuhaf, terbiyesiz müzik vs. bunlardan bazıları. Ama bunca zahmet boşuna. Onlar zaten ‘’üreten bizsek, ismini koyan da biz olacağız.’’ diyerek kendileri yaptıkları müziğin adını koymuşlar: Brecht’ci Punk Kabare. Brecht’e yazının ilk başında değinmiştik. Bugüne kadar Epik Tiyatro’nun babası olarak bilinirdi. Ama artık bilmeden Brecht’ci Punk Kabare’nin de esin babası oldu. Zira, o olmasaydı Dresden Dolls olmayacaktı.

Brecht’e göre tiyatro izleyicinin ilgisini çekmeliydi. İzleyici, sadece izleyen değil, aynı zamanda oyunu oynayan olmalıydı. Tüm bunlar sadece bir oyun! Sadece bir oyun… Dresden Dolls da sahne performanslarında korku, şüphe ve derin acılar barındıran ama bunlara rağmen eğlence dolu şovlar sergileyerek Brecht’i selamlıyor. Kabareleri ve ironik şovları alışılagelen sahne kalıplarını kırıyor. Sahneye çıktıklarında Brian her zaman Amanda’nın piyanoya vuruşunu bekliyor. Sonra parçaya giriyor. Arada yine duruyor, yine devam. Sonra komedi, ardından drama. İzleyiciyi de tiyatral şovlarının içine sokuyorlar. Başta kendileri olmak üzere, maskara yapamayacakları kimse yok. İnsan en çok kendi acısıyla dalga geçerken eğlenirmiş. Dresden Dolls da bunu tembihliyor.

Almanya ve 2. Dünya Savaşı’yla büyük derdi olan Brecht gibi onlar da o yılların Almanya’sına takık durumdalar. Zaten isimleri de 2. Dünya Savaşı’nda bombalanan Alman şehirlerinden biri olan Dresden’in ünlü porselen bebeklerinden geliyor. Porselen bebekler onlar için savaşın ortasındaki masumiyeti çağrıştırıyor. Hatta bazı parçalarında, o dönemde yaşanan tecavüzleri tahrikkar bir tonla dinleyicinin kulağına fısıldıyorlar.

Tabii başka dertleri de var. Özellikle samimiyetsiz ve çürümüş manita ilişkileri ilgilendikleri başlıca konu. Ama bunu yaparken de ayıplama falan yok. Adeta günah çıkarma var. Çünkü kendilerinin de çok temiz olmadığı ortada. Sokaktaki sinir sahibi ve tikli insanların sesi Dresden Dolls. Tüm parçaların söz yazarı Amanda şarkıları için şunları söylüyor: ‘’Gerçek dünyanın bize ne yaptığının çok da farkında değiliz. Ama müzik bunu idrak etmenin iyi bir yolu. Biz şarkılarımızda bizi dinleyenler ne yaşıyorsa onu anlatıyoruz: Aşk, acı, korku ve çocukluk…’’ Dresden Dolls, kimisi için, sahnede çıplak kalıp, tiyatro yapan iki oyuncu kimisi için de çok daha fazlası. Ama caz, rock ve punk türlerini kabareyle harmanlayan grubu müzikal devrim olarak adlandırmak abartı olmaz.

Bu kadar bahsettik. Sadede gelelim. Hole ve Radiohead’in prodüktörü olarak nam salan Sean Slade ve Paul Kolderie tarafından kaydedilen yeni Dresden Dolls albümü ‘’Yes! Virginia’’ 18 Nisan’da piyasada olacak. Hemen ardından onları geniş kapsamlı bir Avrupa turnesi bekliyor. Almanya’ya uğradıklarında Amanda belki bir zamanlar içinde olduğu avant-garde tiyatro topluluklarının içine girecek. Hem müzikal hem tiyatral anlamda methiyeler dizdiğimiz grubun başarısının asıl nedeni yenilikçi olmaları mı? Belki de. Ama bir çift çorap ya da reçelli muhallebi kadar birbirlerini tamamlıyor olmalarının da etkisi büyük.

basatap