Perşembe, Temmuz 29, 2010

Kürt sorunu beni yaşlandırdı



Toplumca derin, sancılı bir süreçten geçiyormuşuz. İnegöl ve Dörtyol'da yaşanan olaylar, Kürtlerin kurul kararıyla Ordu'da fındık toplamaya alınmaması, bir Türkün artık rahatça doğuya gidememesi gibi olaylar ülkenin bir iç savaşa doğru gittiğinin göstergeleriymiş. (Gerçi bizim beyaz Türkler ellerinde mojitolarıyla Diyarbakır'a turistik geziler düzenlemiyor muydu?) PKK'nın 30 yıldır silahla yapamadığını AKP "açılım"la bir yılda yapmış.

Bunların farkındayım zaten. Velhasıl her sabah ofiste çalışıyo gibi görünüp üç gazete okurum köşecileriyle beraber. Gel gör ki dostum ben yaşlandığımı hiç fark etmemiştim lan?

Bilen bilir, ben eskiden çok sıkı solcuydum. Lisedeyken 60 kişiyi Emirgan Korusu'nda toplayıp okulda devrim yapmayı vaad etmişliğim vardır. Etraftan geçen orman 31'cilerini de o akılla sivil polis zannedip topluluğa matematikten bahsederdim. Tehlike geçince bir dahaki toplantı için beden eğitimi dersinde 4-C sınıfında toplanmayı önermiştim. Ne de olsa solcu adam beden dersine katılmaz, boykot edebileceği en kolay derstir. Sonracıma, silah arkadaşım vardı bi tane. Bahçeden okula doğru bakar "Oğlum sallandırıcaz orak çekiçli bayraa müdürün odasından di mi lan?" derdik, sonra omuz atıp birbirimizi ajite ederdik. Dershane sınavlarından kaçıp (hatta bir keresinde solcu olduğuna emin olduğum bi hocadan izin de almıştım eyleme gitmek için)1 Mayıs ve 8 Mart'a gitmişliğim de vardır. Çok etkili bir öğrenci lideriydim sözün özü. Bence bütün örgütlerin bende ve müritlerimde gözü vardı.

Neyse, çok coşkulu günlerdi. Ben gençtim. "Ülkede iç savaş var" tespitlerim son tahlilde babamın ağzıma sıçmasıyla son bulurdu. "Kim sokuyo bu saçma sapan fikirleri kafanıza, yeni nesil nato kafa nato mermer" derdi.

Şimdi büyüdüm, Top Shop çıkışlarında Taksim'de bir eyleme denk gelirsem uğruyorum eski günlerin hatrına. O kadar... Ama bu akşam büyüdüğümü Kürt sorunuyla anladım. Babam, beni karşısına aldı. Sanki vasiyet bırakıyormuş gibi sitemkar bir ses tonuyla "Kızım, ülkede iç savaş var." dedi. Ben böyle bakakaldım. Saçmalama baba yaa, bizim ajansta bi tane Maho var, çok iyi çocuktur Batman'lı ama görsel çok şeker. Biz gayet iyi anlaşıyoruz" dedim. İşte örnekler saydı döktü önüme. Gittiği beyin cerrahı profesör bile "Bu sorun iç savaşsız çözülmez" diyormuş, ülke işte bu hale gelmiş. Uyanık olmalıymışım, Kürtler yoksa bizi öldürebilirmiş. "Yaa ama baba benim dedem, dolayısıyla sen, ordan ben de Kürt değil miyiz.." Höst, dilini bilmez, kültürünü bilmeyiz, hayatımızda oraları görmemişiz nerden Kürt oluyomuşuz, hem her sabah kalkınca yüzümüzü yıkarken "Lahavle ne mutlu Türküm diyene" diyormuşuz falan pişman etti söylediğime söyliceğime..

Son noktayı koymam zaten beni yerimden kaldırıp klavye başına geçirtti. Baba yaa ben lisedeyken, "ülkede iç savaş var" dediğimde "daha toysun" diyodun ama? Anladığım odur ki kişisel siyasi tahliller insanın yaşına göre değişiyor. Ben yaşlanıyorum, babam giderek delikanlı oluyor. Ne göz kenarı çizgilerim, ne evlenme ne de kariyer telaşım; bir Kürt sorunu yetti gerçeği suratıma çarpmaya.

Çarşamba, Temmuz 07, 2010

gözaltına alınmışım



sabah ofise gelirken köşedeki büfeden gazetemi aldım. öğleden sonra toplantı var, topuklu giymişim. bi yandan yürümeye çalışıyorum bi yandan yere kapaklanmadan başlıklara göz atmaya çalışıyorum; "İstanbul Utancı", "Sahtecilik" falan derken bi baktım ilk sayfada üçüncü manşetten benim imzamın haberini vermişler. imzam gözaltına alınmış. üstelik kendi gibi 160 bin arkadaşıyla birlikte...

hakikaten üzüldüm, içim buruldu. ben ilkokulda giydiğim asit kafalı tişörtü bile hala atamazken, bütün sevgililerimi evladım gibi sahiplenmişken imzamın... bire bir, her şeyiyle bana ait olan ve beni ve benim fikirlerimi temsil eden bu yegane varlığın gözaltında olması beni şaşırtmadı, öfkelendirmedi (zira alışığız) ama hüzünlendirdi.

hayır, bi suçu da yok çocukların. 160 bin imza bi araya gelmişler, "Akkuyu'da nükleer istemiyorum" "Türkiye nükleer istemiyor" demişler. Bu imzalar meclise ulaştırılmaya çalışılırken de yolda gözaltına alınıyorlar. Greenpeace'te Erhan, Hilal ve Yiğit var. Onları alın göz altına, allah alla benim imzamın ne işi var orda. üstelik ıslak bile değil.

ıslak imza demişken, ergenekon diye bir örgüt uydurup cahil tabanlarına bu ülkenin asker, yazar gibi vatanserver kişilerini terörist gibi göstermeye çalışan hükümet fena yan bastı. bir kere, dursun çiçek'in olduğu iddia edilen ıslak imzanın aynısı imza makinasıyla atıldı. savcınınki bile atıldı. sonra, Çiçek "askeri belge öyle değil, böyle hazırlanır" diyerek iddianameyi hazırlayanlara ne kadar cibilliyetsiz olduklarını bir kez daha gösterdi. sonra Taraf gazetesinin zikir babalarından,kocası CIA ajanı olduğu iddia edilen Yasemin Çongar Amerikan NPR radyosunda, şok şok şooook diye yayınladıkları "Balyoz Harekat Planı"nı kendilerine başbakan RTE'nin verdiğini itiraf etti.

şimdi kimse benim karşıma, "al kardeşim, bu senin imzan. serbest bıraktık" diye çıkmasın, fena bozarım.