Cuma, Nisan 30, 2010

Fubiz'de bir Nejat




Akbank, Avea, Efes Pilsen, Hürriyet, Vodafone gibi markaların ilanlarından tanıdığımız reklam fotoğrafçısı Nejat Talaş, bugün Fubiz'de.

Perşembe, Nisan 29, 2010

KURBAN: Yoruldu, dinlendi, devam ediyor.




Türk rock denilince damarlardaki kanda bir kıpırdamayla birlikte aklımıza gelen ilk isimlerden biri olan Kurban, 4. stüdyo albümü “Sahip”i yayınladı. Maslak Deney Evi stüdyolarıyla vokal Deniz’in evi arasında gidip gelen albümün cilasında mastering gurusu George Marino imzası var. Albüm raflarda, sizi bekliyor.

Evren Müberra Ünal

Bugün, burada “Sahip” nedeniyle toplandık. Biz çok heyecanlıyız, sizin ilk hisleriniz neler?
Deniz Yılmaz: Evet, uzun bir aradan sonra yeni bir albümle tekrar dinleyenlerle bir arada olmak heyecan verici ama birinci planda merak var tabii ki, tepkiler konusunda.

“İnsanlar”dan sonra dağılıp tekrar bir araya geldiniz. Dedikodulara yer vermemek açısından sizden dinlesek, neydi olayın aslı, nasıl bir araya geldiniz tekrar?
Burak Gürpınar: Kurban yorulmuş ki, durup dinlendi. Dinlenmiş ki, kalkıp devam etti.

Sıfırdan, yepyeni bir Kurban’la mı karşı karşıyayız?
Kerem Tüzün: Yepyeni bir albüm olması nedeniyle evet ama içerik olarak diğer albümlerimizden tamamen bağımsız bir Kurban yok açıkçası.

Parçalar, kayıtlar, stüdyo, özetle tüm albüm süreci nasıl geçti?
Özgür Kankaynar: Deniz’in askerde olduğu dönem, birçok fikir kaydedip Burak ve Kerem’e gönderdim. Uzun bir zaman bu şekilde ürettik. Deniz döndüğünde, dikkatimizi çeken şarkıların üstüne gittik ve hep birlikte şarkıları son haline getirmeye başladık.
Deniz: İlk başta elimizde, “Sahip” ve “Güneş”i şarkıya dönüştürmek dışında pek bir malzeme yoktu. Asıl olay, ben askerden döndükten sonra Özgür’ün yolladığı alt yapılardaki gitarların çok hoşuma gitmesiyle başladı. Genel havası 70’lerdeki progresif rock gruplarındaki gibiydi. Özgür’e “Abi sakıncası yoksa yaptıklarını bana yollar mısın?” dedim. O da “Seve seve” dedi.

Peki, bu altyapıların şarkıya dönüşmesi nasıl oldu?

Deniz: Özgür’ün yolladığı altyapılar genelde basit bir davul ve bas eşliğinde, yine basit ve güzel düzenlemelerdi. Ben de, bu altyapıların üstüne vokal ve söz yazıp bir şarkı trafiği belirledim. Özgür’ün gitarlarından gaz alıp, “Yobaz-Bre Cahil”, “Das Motiv” ve “Ateş Var mı?” gibi şarkıları da ortaya çıkardım. Bir yandan bir-iki ev çalışması ve kayıt denedik. Daha sonra bunları stüdyoda taze taze hep beraber düzenledik ve çaldık. Şarkılar bir çırpıda son hallerini aldı.



Genel olarak eğlenceli bir süreç…
Deniz: Mikslere kadar eğlenceli sayılabilecek bir süreç. Sound çok önemli her zamanki gibi. Şöyle düşün, kim rahat etmediği bir kıyafetle sokağa çıkmak ister ki!

Daha önceki albümünüzde kafayı yaşam ve ölüm kavramlarına takmıştınız. Bu albümde nelere takıldınız?
Deniz: Aslında, çok genel bir bakışla konu aynı. Bu albümde yağcı, yalaka yerine; efendisine hizmet eden soykıran, yobaz, düzenbaz, ifrit gibi halkın arasına karışmamış, belli bir gücü elinde tutmaya çalışan cehennem çalışanları var.

Albümün miksleri senin ev stüdyonda yapılmış. Evden çalışmak daha rahat olduğu için mi?
Deniz: Miks sürecinin sıkıntılı ve uzun bir süreç olduğunu söylesem ve buna bağlı olarak da bütçe desem daha doğru olur.

Bundan sonraki konserlerinizde bizi pek çok sürpriz bekliyormuş. Hazırlıklı gelelim, ne gibi sürprizler?
Özgür: İmkânlar ölçüsünde albümdeki sesi ve anlatımı sahneye taşımak istiyoruz.

Konser maratonunuz belli oldu mu? Nereler var rotada? Yaz festivallerinde de izleyecek miyiz sizi?

Burak: Şimdilik tarihi belli olan iki konserimiz var. Ankara, Eskişehir ve İzmir… Ama her gün bunlara yenileri eklenebilir, o yüzden en güzeli www.kurban.com’u takip etmek.

Geçtiğimiz yaz sizi Foça Rock Tatili’nde izlemiştim, esip üfürmüştünüz. O konserde basının Kerem Tüzün ilgisi neydi öyle?

Kerem: Bilemiyorum, basına sormak lazım…

Yan yana gelebilecek en iyi kadroyu oluşturdunuz. Grup üyelerinin her biri, ayrı birer star gibi. Hadi, herkes bir biri hakkında bir şey söylesin, iyi – kötü karışmam…

Burak: Karmaşık bir birliktelik olduğu için ortaya çıkan şey de özel oluyor.
Kerem: Kardeşlerim!
Deniz: Efendim Kerem!
Özgür: Kurban ailem…



* Bu röportaj Hürriyet Gazetesi Kampüs ekinde yayınlandı. Tüm hakkı Kampüs'ündür.

Çarşamba, Nisan 28, 2010

kadınlar kaç çeşit?


Bridget Collins

kadınlar 3 çeşittir: tırnak yiyenler, pençe çıkaranlar ve tırnaklarını arkadaşının parmağından diken çıkarmak için kullananlar.

Salı, Nisan 27, 2010

en sevdiğiniz robot hangisi?




hepimiz robotları seviyoruz. bazen hafif tırsıyoruz; biz yarattık ama bi yamuk yapar mı? çoğu zaman tenekeden ama bizim nezdimizde peluş ayımızdan daha çok prim yapıyor. neden? neden? nedeeeen? sizce neden? ve sizin için robot listesi yaptım. favori robotunuz hangisi? unuttuğum var mı? peki, sesimi duyan var mı?

Oz Büyücüsü'nden Tik-Tok
Metropolis filminde Rotwang'ın robotu.
Farewell to the Master'dan Gort
Isaac Asimov'ın "I, Robot"u
Marvin "the Paranoid Android"
Robocop'tan ED-209
Terminatör'den T-1000
Wallace'n Gromit'in kısa animasyonundan Techno Trousers
Matrix'ten Sentinel (iyk!)
Edward Scissorhands
Transmorphers
Doctor Who robotları
Kemal Sunal ve Fatma Girik'in Japon İşi'ndeki robotu. (fake Fatma)
R2D2 Yıldız Savaşları

benim favorim Oz Büyücüsü'nden Tik-Tok.

değişken popüler robotlar listesi de var.

çığlığımda boğulsan



periyodik olarak çığlık attığımı fark ettim. kimsenin beni duymadığını da.

Japon illüstratör Yuta Onoda'nın tüm işlerini yutaonoda.com'dan takip edebilirsiniz.

Pazartesi, Nisan 26, 2010

denedim olmadı



denedim olmadı, gözyaşlarım durmadı.

Perşembe, Nisan 22, 2010

Bak Büşra, işte Mine!




Leman çizeri Bahadır Boysal’ın uçuk karakteri, türbanlı, çılgın kız “Büşra” 19 Mart’tan bu yana beyazperdede boy gösteriyor. Büşra için, “Yılın en çok konuşulacak filmi” dendi. Çok da konuşuldu. Yapımcı, yönetmen, senarist ve başrol oyuncusunun ilk uzun metrajı olan film; eleştirmenler tarafından “vasat” değil, tam not alarak “çok başarılı” olarak değerlendirildi. Karikatür Büşra’yı ete kemiğe büründüren filmin başrol oyuncusu Mine Kılıç, tüm zorluğuna rağmen çok iyi bir iş çıkardı. Biz de Mine’yi karşımıza aldık, konuştuk. Sorularımıza cıvıl cıvıl cevaplar verdi.

Büşra filmi sonunda vizyona girdi. Koşuşturmalı günler sona erdi diyebilir miyiz?
Mine Kılıç: Asıl koşuşturmaca şimdi başlıyor demek daha doğru! Şu aralar bir televizyon programından diğerine yoğun bir süreç yaşıyoruz. İşin PR kısmı benim hoşlanmadığım bir süreç ama olabildiğince anlatmaya çalışıyoruz işte filmimizi.

Seni biraz daha yakından tanıyabilir miyiz? Kaç yaşındasın, kimsin, neler yapıyorsun?
Ben 24 yaşındayım, oyunculuk eğitimi aldım ve mesleğim bu oluverdi! Saplantılı değilim bu meslekle ilgili. Olay, keyif aldığın bir şeyi keyif aldığın sürece yapmak benim için. Büşra’da başrol oynayıp arkasından kamera arkasında sanat grubunda çalıştım. Renk skalası genişledikçe güzelleşiyor hayat. Sanırım asıl odağım sinema, sinemayla ilgili her alan keyifli benim için ama şu an oyunculuk var önümde. Sonrasında ne gelecek bilmem, yazıyorum da aynı zamanda. Kamera arkası da ilgimi çekiyor. Bakalım ilerde nereye götürecek yol…

Oyunculuğa nasıl başladın? Ben, seni ilk kez Dengesiz Herifler klibiyle tanımıştım!
Oyunculuğa mezun olduktan hemen sonra gelen bir dizi teklifiyle başladım. Arkasından bir sezon tiyatro geldi ve sonrasında da “Büşra”. Birkaç kısa film ve meşhur klibimiz!

Büşra, sanıyorum ilk uzun metrajın. Filmle yolun nasıl kesişti?
Filmle yolum barda kesişti! Arkadaş grubumla eğlenirken filmin yapımcısı fiziksel benzerliğim sebebiyle Büşra hakkında konuşmak için benden mail adresimi istedi ve oyuncu olduğumu bilmiyordu. Kafa bulduğunu düşünsem de kaybedecek birşey yok diyerek verdim adresi. Sonrasında uzun bir deneme sürecinin ardından bende karar kılıp “Büşra sensin” dediler. Ben de “Eyvallah” dedim, başladık bitirdik.




Tereddüt ettin mi hiç teklif sana geldiğinde?
Ettim. Gündemin türban sorunu ile çok meşgul olduğu bir dönemdi. Ama ekibin niyetini ve derdini ne anlatmak istediğini anlayınca sindi içime. Zaten karikatürden beyazperdeye uyarlama fikri çok hoşuma gitmişti.

Henüz çok taze ama şu ana kadar gelen tepkiler nasıl? Olumlu ya da olumsuz, seni en çok sevindiren ya da üzen yorumlar neler oldu?
Beklemediğim kadar yapıcı eleştiriler alıyoruz. Benim için önemli olan kimsenin sıkıntısıyla prim yapmadan birşeyler söyleyebilen bir projenin içinde olmaktı ve bunu başardık sanıyorum. Atilla Dorsay ve SİYAD üyelerinin film hakkında yaptığı yorumlar beni gerçekten heyecanlandırdı. Önyargılarla dolu, henüz filmi izlemeden yapılan olumsuz eleştirilereyse üzülüyorum ama bu yaptığım işin eleştirilmesinden kaynaklı bir üzgünlük değil. İnsanların bir türlü iyi niyetli olmayı becerememesine takığım.

Çekimler sırasında seni zorlayan bir sahne oldu mu?

Yaz aylarında türbanla saatlerce çekim yapmak biraz sıktı.

Peki, başına ilginç ya da komik bir şey geldi mi?

Gece üçte Maçka’da bir parkta çekim yaparken, seti travestinin basması komikti mesela! “Niye bunu çekiyorsunuz laaaaaaaaaaannnn, beni çekiiiiiin!” diye ortalığı dağıttı. Polis gelene kadar durdurduk çekimleri.

Bundan sonra nasıl bir oyunculuk kariyeri çizmeyi düşünüyorsun?

Kariyer planlaması yapmadım. Seçici olmaya çalışacağım, mümkün olduğunca farklı karakterler seçmeye gayret edip ağır ağır ama sağlam ilerleyeceğim diye umuyorum

Oyunculuk dışında nelerle uğraşıyorsun?
Fotoğraf, dalış, yazmak, en çok da düşünmekle uğraşıyorum!

Bu röportaj Hürriyet Kampüs ekinde yayınlandı.

batı stil pazarlama: "süpermarkette Shakespeare"



sucuk test günleri, broşür dağıtan palyaçolar, araba üstüne yatan bikinili kızlar derken süpermarkette Shakespeare de gördük. Londralılar gördü, biz görmedik. Ülkenin önde gelen zincir marketlerinden Sainsburry'nin iki şubesinde, ekmek ve süt almaya gitmiş sade vatandaşlar birden bire Hamlet'le karşılaştılar, bilet parası vermeden Shakespeare izlediler. Oyuncu Michael Wagg'ın Guardian'daki yazısına göre günlük alışverişini yapan yaşlı teyze, oyuna hiç aldırmadan alışverişini yapmaya devam etmiş ve kafasını bir an olsun kaldırıp oyuna bakmamış. deli sanmıştır belki? deliyle göz göze gelmek tehliklidir ya.

Çarşamba, Nisan 21, 2010

mutlu etmiceksen meşgul etme


photo: Phyllis Galembo

Salı, Nisan 20, 2010

Lomo'dan Fisheye yarışması



işte, yazın gelmesinde beni en çok sevindiren şey, güneşin yüzünü göstermesiyle birlikte lomolarımı alıp kendimi sokaklara atıcak olmam! fisheye, holga ve şimdilik benden uzak action sampler'ımı çok özledim. o yüzden her lomoya kulak kesilişim. İngiltere'de fisheye için bir interaktif kampanya başlatılmış. Verilen linkte istediğiniz template'i seçerek kendi fisheye tasarımınızı yapıyorsunuz. en iyi tasarımsa, Urban Outfitters'tan 500 poundluk online harcama çeki kazanıyor. bunun için gerçek bir fisheye kameraya ihtiyacınız yok. yok, siz "yarışma benim neyime" diyip lomography'ye gerçek bir dalış yapmak istiyosanız, istikamet Kuledibi'nde Milk Gallery. Başka yerlerde de vardır belki ama ben bilmiyorum, açıkçası merak da ediyorum.




Benim benzersiz Lomo deneyimim burda:p İstinye'de Ramazan

Lomography üzerine yazdığım detaylı bilgi için: Hem Plastik Hem Fantastik

Perşembe, Nisan 15, 2010

Kompleksli amcalara günlük doz



Onur Özdemir, Özdemir Dereli, Cenker Kökten ve Soner Özışık. Çok sakin dört çocuk. Boğaziçi Taşoda Stüdyoları’nda başlayan hikâyelerinin üzerinden 10 yıl geçmiş. Edepsiz Komedya, Sentetik Sezar ve İkarus Başarsa artık hit. Sahnelerinde sükûnetten eser yok. Keşke sabaha kadar çalsalar diyen geniş bir kitle biliyoruz.

10 yıldır bir arada olan bir grupsunuz. Ne badireler atlattınız? Yoksa hep süper uyumlu muydunuz?

Cenker: 10 senedir beraber olduğumuz için, birbirimizin en yakın arkadaşlarıyız aynı zamanda. Bir nevi aile gibi olduk artık. Beraber büyüdük sayılır, herkes birbirini çok iyi tanıyor.

Soner: Mesela ben, 2001’de katıldım gruba. Hala devam ediyorsak, atlattığımız badireler uyumumuzu bozamayacak kadar küçük şeylermiş demek ki.

Bugünlerde inanılmaz yoğunsunuz; Ankara, İzmir, Çanakkale konserleri derken epey koşuşturuyorsunuz. Konserler dışında neler yapıyorsunuz?

Soner: Yeni albüm için hazırladığımız şarkıların demolarını kaydetmeye uğraşıyoruz.

Özdemir: Ben, bir yandan da Y.T.Ü.’de Sanatta Yeterlilik alanında doktorama devam ediyorum. Ayrıca burada ders veriyorum.

Biz, sizi zaten Peyote günlerinizden beri takip ediyoruz. Albüm sizin için müzikal hedeflerinizin neresindeydi?

Soner: İlk albümünü yayınlayan her grupta olduğu gibi, hedeflerimiz çok büyüktü. Bunların bazılarını gerçekleştirdik, bazılarının zaten gerçekleşecek gibi olmadığını anladık. Bazılarınıysa unutup yeni hedefler koyduk kendimize.

Cenker: Hedeflerimizden şimdiye kadar bir albümlük olanını gerçekleştirebildik!
Özdemir: Yaşlılığımda dönüp arkama baktığımda gurur duyabileceğim bir ilk albümümüzün olması beni mutlu ediyor.

Bir müzik grubunun başarılı olması için ne gerekiyor?
Özdemir: En başta iyi şarkılar gerekiyor. Beraberinde samimiyet ve gülümseyen yüzler.
Soner: Aynen, bizim başarı kriterimiz iyi şarkılar yapmak.
Cenker: Bir de grupların hem kendini, hem de dinleyiciyi bir şekilde tatmin etme dengesini tutturabilmesi gerekiyor.

Peki ya popüler olması için ne gerekiyor?

Cenker: Popülerlik bazen ne kadar iyi olduğundan çok, ne kadar görünür olduğunla alakalı. Soner: Kestirmeden ve kısa zamanlı popüler olmaksa amaç,“Gel seni popüler yapalım” diyecek birilerinin çevresinde dolaşmak, bu cümleyi duyduktan sonra da o kişinin senden istediklerini eksiksiz yapmak gerekiyor.

Özdemir: Ek olarak; sağlam bir medya desteği, isteyene de magazin haberi.

Müzik piyasasında en iyi hikâye anlatan gruplardan birisiniz. Nelerden topluyorsunuz, nasıl biriktiriyorsunuz bu hikâyeleri?

Cenker: Ben ormana gidip mantar topluyorum, sonra onları Onur’a veriyorum!

Özdemir: Kaynak herhangi bir şey olabilir. Tanıdığımız, tanımadığımız birisinin başına gelen bir olay, televizyondaki bir haber, okunan bir kitap, duyulan bir çığlık ya da kahkaha…




Sentetik Sezar’a bir klip çekmişsiniz ve çok da güzel olmuş. Ne zaman izlemeye başlayacağız?

Cenker: Nisan’ın ilk haftası yayına girmesi planlanıyor.

Klipte siz neden yoksunuz?

Cenker: Bu klip tamamen bizden bağımsız bir şekilde parçayı seven ve buna klip yapmak isteyen Serdar Gözelekli ve ekibinin işi. Beğenirsek yayınlayacaktık ve çok beğendik.

“Denek Hayatım” hızlı tren faciasında yaşadığımız hislere tercüman olmuş. Başka hangi durumlarda sadece denekten ibaret olduğumuzu düşünüyorsunuz?

Soner: Kendisini, sorumlu olduğu insanlardan daha üst noktada gören, her şeyi onlardan daha iyi bildiğini düşünen ve soyut, saçma sapan kavramlardan başka bir dayanağı olmayan kişi ve kurumların zorlamaları karşısında hepimiz, her zaman denek halinde yaşıyoruz. Ama bir süredir biz deneklerin bu kompleksli amcalara daha fazla sözü geçmeye başladı.



Son dönemde sizi en çok eğlendiren şey ne oldu?

Soner: En çok eğlendiren şey kesinlikle “Yemekteyiz”deki Hasan Bey oldu. En çok sevindiren şey de Billboard dergisi tarafından yapılan “Son 10 Yılın En İyi 50 Türkçe Albümü” listesinde 6. sırada yer almamız oldu.

Özdemir: Yemekteyiz programından Hasan Bey.

röportaj: evren müberra ünal
* bu röportaj Hürriyet Gazetesi Kampüs ekinde yayınlandı. kaynak, bi önceki cümlede gösterildi.

Salı, Nisan 13, 2010

Çıkmaz sokak Milk’e çıkar!




Son dönemlerde yolunuz Galata’ya düştü mü hiç? Düşmeli! Sokaklardaki rengârenk graffitileri, yeni yeni açılan tasarım dükkânlarını ve çıkmaz sokaktaki şehrin yeni sokak sanatları galerisi Milk’i görmek için düşmeli. Yeni dediysek, Milk ilk yılını geride bıraktı bile. Şu sıralar dokuz Türk graffiti artistin işlerinden oluşan “My Name Is” sergisi ile epey yoğun. Mart ayında custom oyuncak konusunda usta bir sanatçı olan DasMo; ardından Merve Morkoç, Ayşe Küçük ve Ufuk Atan’ın solo sergileri ile yoğunluk devam edecek. Milk’in kurucuları Can Başyiğit ve Elif Çevik’i sergi açılışında yakaladık, bırakmadık.

Evren Müberra Ünal

Nihayet bizi standart sergi salonlarından kurtardınız ve hayatımıza renk kattınız. Milk’in peşine nasıl düştünüz?
Can:
Milk’in peşine ilk Elif düştü!
Elif: Takip ettiğim lokal ve yabancı sanatçıların işlerinin sergilenebileceği; aynı zamanda da grafiti, street art, animasyon gibi farklı tarzlarla ilgilenen kişilerin beslenebilecekleri hiçbir yer yoktu. Milk, tamamen bu ihtiyaçtan doğdu.
Can: Böyle bir galeri fikri, Elif’in uzun zamandır yapmak istediği bir şeydi. Ben de ona bu süreçte destek oldum.

Elif, senin bir yandan reklam ajansında çalıştığını da biliyoruz. İki işi bir arada yürütmek zorluyor mu seni? Ajanstakiler duymayacak, söz: Hangisi daha keyifli?
Elif:
(Gülüyor) Birini tercih etmem oldukça güç. Sonuçta her ikisi de birbirinden besleniyor. Bağımsız iki iş yapıyor olsaydım belki daha yorucu bir süreç olabilirdi. Ama tabii ki Milk’te daha fazla zaman geçirebilmeyi isterdim. Bazen açılışlarımızı bile kaçırabiliyorum!

Bu sene Kırmızı Reklam Ödülleri’nde “En İyi İllüstrasyon” kategorisinde başarı ödülü aldınız. Bekliyor muydunuz böyle bir başarı?
Can:
Kırmızı Organizasyonu tarafından iki defa aranıp “Geliyor musunuz?” onayı alındıktan sonra, ben bu işte bir iş olduğunu anlamıştım.
Elif: İşin arkasında oldukça yetenekli bir ekip var. Bizden çok onların başarısı!

Milk’de yer alacak sanatçıları hangi kriterlere göre seçiyorsunuz? Eminim siz çok zevklisiniz, fakat bazen sizin çok beğendiğiniz bir artistin işlerinin burada rağbet görmediği oluyor mu?
Can:
Açılışını yaptığımız her sergi birbirinden farklı istatistiklerde birbirinden farklı gruplara hitap etti. Ama bizim koyduğumuz 200 kişilik kalabalık kontenjanın hep üstündeydik. Değil mi Elif?
Elif: Evet, açılışlarımız kalabalık oluyor. Milk’e çok sayıda başvuru oluyor. Sergi programımız sınırlı olduğu için herkese yer veremiyoruz. Sergi anlamında hiç böyle birşeyle karşılaşmadık ama dükkânda bulunan bazı ürünlerde bahsettiğin sorunu yaşıyoruz.

Yeni jenerasyonun Milk’e ilgisi nasıl?
Elif:
Oldukça iyi, giderek de iyileşiyor.

Bu ay Milk’de Türk sokak sanatçılarının katılımıyla “Hello My Name Is” projesine yer veriyorsunuz. Kimler var, nasıl işler sergilenecek?
Can:
Sonunda benim küratörlüğünü yaptığım bir sergi var karşımızda! Şaka bir yana, “Hello My Name Is” bu kültürün tam göbeğinde yer alan bir sticker. İşlerini görüp şaşıp sokakta hareket edemediğimiz sekiz birbirinden iyi sprey üstadı, 100 x 70 şeklinde büyütülmüş bu sticker ‘ın üstüne kendi tarzlarını yansıtacaklar. Aynı zamanda sokakta gece gündüz iş üstündeyken çekilmiş fotoğrafları, boyarken kullandıkları kişisel eşyaları da serginin bir parçası olacak.

Ülkemizde maalesef yurt dışında olduğu gibi graffitiyle şenlenmiş sokaklar göremiyoruz. Sizin bildiğiniz gizli sokaklar var mı? En güzel graffitileri nerede gördünüz, hem Türkiye’de hem yurt dışında?
Can:
Bu sorunun cevabı yeni çıkmış bir kitap aslında. Tunç Dindaş tarafından çıkartılan “Turkish Graffiti” bize sadece İstanbul değil, Türkiye’nin dört farklı ucundan birbirinden iyi parçaları derliyor. Sokaktaki ömrü çok olmayan bu güzel işlerin ölümsüzleşmesini görmek bizi çok mutlu ediyor.

Milk Gallery’nin bir de dükkân bölümü var. Neler var dükkânda?
Can:
Dükkân bölümümüzde belli bir standarda ulaşmış Türk tasarımcılara, Rojo Magazine bünyesinden kitap ve dergilere, eski sergilerden derleme sanatçı ürünlerine yer veriyoruz. Önceki sergilerden kalan işleri yerimizin yettiği ölçüde hala görülebilir kılmaya çalışıyoruz.







Adres: Şahkulu Mah. Balkon Çıkmazı No: 8/A Galata – Beyoğlu
Web: whatismilk.com

* Bu röpotaj Hürriyet Gazetesi Kampüs ekinden alındı.

garanti bankası'nın yeşil anlayışı

Youtube ve Vimeo gibi sitelerden kaldırtılan, Doğa Derneği'nin gerilla reklamı. Çok tanıdık.


haber - izlesene benim 2010’dan en büyük dileğim ... | izlesene.com



Doğa Derneği'ne git

Perşembe, Nisan 08, 2010

bok. sever misin?



fotoğraftaki bok Saatchi Gallery'nin geçen yılki "new art from china" sergisinden.

Lazca Hitchcock



Laz Marquez, kara kaşına duruşuna soy adına bakılırsa arjantinli olma olasılığı yüksek bir Amerikan vatandaşı. Kariyerine Philadelphia'da grafik tasarımcı olarak başladı. Sonra New York'ta görsel sanatlar okudu. Tim Burton, Stephen King, Alfred Hitchcock gibi ustaların eserlerinden yola çıkarark hazırladığı grafikleri buradan görebilirsiniz:


http://66.196.80.202/babelfish/translate_url_content?.intl=fr&lp=fr_en&trurl=http%3a%2f%2flazmarquez.squarespace.com%2f

Çarşamba, Nisan 07, 2010

utweet



Twitter'da bugün uniqlo'nun utweet uygulamasının hareketliliği var, tbwa/istanbul'dan digitalbuzz'a efendim alemşah'tan futurelab'a herkes bunu twitliyor. bir olayı yok. profil fotonuzu alıyor, twitlerinizden kısa bir video hazırlıyor. siz de aa ben ne yazmışım haha hay allah falan gülüp geçiyorsunuz. uygulamanın özüyse simple is the best.

Salı, Nisan 06, 2010

coca cola dersine çalışmış



Facebook'un en fazla üyeye sahip fan sayfası onlara ait, fwa'lı interaktif kampanyaları, happiness machine'leri hepsi gözümüzün önünde.sosyal medya pazarlamasında başarılı herifler, yapıcak bişey yok. günde 1.5 milyar adet satılıyormuş, bunu da söyliyim de iyice çenem yorulsun. yalnız yeminle ben içmiyorm, annem yasakladı 10 yıl oldu. şimdi, konumuz sosyal medya, hocamız coca cola:

ders 1: sosyal medya marketing her zaman marka tarafından sahiplenilen, desteklenen bir taktik olmalı. pazarlama, alıcıyla satıcı arasında bir savaştır ve hiçbir savaş taktiksiz kazanılmaz.

ders 2: günde 1.5 milyar satıyoruz, sosyal medyanın 1 numarasıyız ama her zaman herşey yolunda gitmez. sosyal medyada her an anti-emperyalist, feminist, markist, yogacı sağlıkistlerin saldırısına uğrayabiliriz. moderasyon şart.

ders 3: her zaman basit uygulamalarla kullanıcının karşısına çıkın. kullanıcının kafayı kullanmasını gerektirecek uygulamalar, katılımı kısıtlar. çünkü kullanıcı aslen salaktır ve tembeldir.

ders 4: viral bir strateji olmamalı,bütün planın bir parçası olmalı. (benim fikrim, bu madde büyük firmalar için geçerli. küçük işletmeler viralle büyük sonuçlar elde edebilir.)

ders 5: yasal engelleri temizleyin. gerekirse adalet bakanıyla temas kurun.

ders 6: her zaman işi bilenle çalışın. profesyonel hizmet alın. nedir sosyal medya, kıçımla yaparım demeyin.

ders 7: her yeni topluluk, her yeni platform yeni müşteri demek. müşteri kaçırmayın, hepsini önemseyin. unutmayın bir kutu kolanın fiyatı 1,5 lira.

* yazıyı yayınladıktan sonra coca-cola fan page'e üye oldum. 5 milyon 300 bin fanı var, ayrı bi şaşırdım. "moderasyon şart" diyen coke'un fan page'inde moderasyon yok. i hate coke yazdım, kaçtım. silincek mi diye bekliyorum.

Pin Up: Kız kıza müzik


İsmini 1940’larda altın çağını yaşayan, dolgun vücutlu, peri yüzlü kızlardan alan Pin Up grubu, 2003 yılından beri sahnelerde. Şu sıralar, her zamankinden daha popüler olmalarının nedeni, ilk albümlerinin single’ı “Üretim hatası”. Ayşegül Esen, Ezgi Özkan, Ayşe Ertuğrul ve Özlem Gündoğmuş’dan oluşan “kız” grubumuzla kadın olmanın avantajlarını, dezavantajlarını ve yeni albümlerini konuştuk.

Evren Müberra Ünal

Pin Up posterleri biriktiriyor musunuz ya da Pin Up dövmeleriniz var mı?
Ayşe: Pin Up posteri biriktirmek hiç aklıma gelmedi ama tarz olarak Dita Von Teese’i beğeniyorum.
Ezgi: Benim sol kolumda beş sene önce yaptırdığım, elinde gitar olan bir Pin Up kızı var ama yarım kaldı. Vakit bulabilirsem, tamamlatacağım.
Özlem: Ben de dövmeye meraklıyım ama daha sembolik çizimleri tercih ediyorum.

Kız grubu olmanın dezavantajlarını yaşadınız mı hiç? Mesela kadın olarak kendini bir işte ispatlamak karşı cinse göre daha zordur. Böyle bir zorluk hissettiniz mi?
Özlem: Dört kadının birlikte müzik yapması, Türk halkına ilginç geliyor haliyle. Ama artık yavaş yavaş kadınlığımızdan daha çok yaptığımız müzik konuşulmaya başlandı. Bu da bize gurur veriyor.
Ayşegül: Demek ki cinsiyetin de pek bir önemi yok. Yurt dışında bize gösterilen ilgi, bazen buradakinden fazla olabiliyor. Gelen e-postalarda Avrupa’nın diğer ülkelerinde Pin Up gibi gruplara pek rastlanmadığını okuyoruz.
Ayşe: Sanırım bizim ülkemizdeki sorun şu, dinleyici müzisyenin kıymetini bilmek yerine, bir açığını yakalamaya çalışıyor veya yurt dışındaki bir başka sanatçıya benzetmeye uğraşıyor.

Kızlardan kurulu olmanın avantajları neler oldu?
Ayşe: Birbirimizin dilinden çok iyi anlıyoruz. Genetik olarak benzer duygulara sahip olduğumuz için, çoğu konuda hemfikiriz. Bunu da müziğimize yansıtmak keyifli oluyor.

Kızların genelde erkekler gibi gamsız tasasız arkadaşlık kuramadıkları söylenir. Sizde her şey güllük gülistanlık mı gidiyor?
Ezgi: “Her şey güllük gülistanlık gidiyor” diye bir şey söylersem, yalan söylemiş olurum. Her türlü tartışmayı yaşadık, geçirdik ama egolarımız hiçbir zaman yaptığımız işin önüne geçmedi.
Ayşe: Öyle durumlarda dürüst olmayı tercih ettik. Yeri geldi, kendimizle dalga geçtik; yeri geldi, bir insanı kaybetme korkusu yaşandığı zaman kurulmayan cümleleri hiç çekinmeden birbirimize kurduk. Ama arkadaşlığımızı kaybetmekten hiç korkmadık.
Özlem: Birbirimize sahte duygular vermiyoruz, yüzeysel bir ilişkimiz yok. Ne hissediyorsak, o. Bu sayede dürüst olabiliyoruz. Bunu, bir evlilik ilişkisine benzetebiliriz hatta.

“Üretim Hatası” single’ınız çok sevildi. Sizce neden bu kadar ilgi gördü?

Ayşe: Bizler yeniliği seven müzisyenleriz. Bence insanlara ilginç gelen, hem şarkı sözlerimizin yapmacıklıktan uzak oluşu, hem de sürekli olarak insanlara dayatılan kalıplardan uzak olması. Genel olarak şarkı sözlerimizde samimi ve yalın bir dil kullanıyoruz. İnsanlar da kendi hayatlarından bir şeyler bulabiliyorsa, ne mutlu bize.

Albüm çıktıktan sonra, sizi nasıl bir tempo bekliyor?

Ezgi: Türkiye’nin her bir köşesine gidip, hatta yurt dışında da bol bol konser verip izleyiciyle daha da yakınlaşmak istiyoruz

Albümle ilgili olarak “çok satmak” dışında ne gibi beklentileriniz var?
Özlem: Albüm çok satsın diye bir derdimiz yok, hele ki böyle bir dönemde. Bizim için konserler önemli.

Sahnede kaybettiğiniz enerjiyi toplamak için günde 5,5 ekmek yiyormuşsunuz. Başka neler yapıyorsunuz enerjik kalmak için?

Özlem: Yürümeyi çok seviyorum, iyi geliyor.
Ayşe: Şu sıralar o kadar yoğunuz ki yemek yemeye fırsat bile olmuyor. Kahveyle besleniyoruz.
Ezgi: Benim bir kedim var. Her sabah evden çıkmadan önce montuma oturuyor. Belki bir saat montumun üstüne yapışmış tüyleri temizliyorum, spor oluyor.
Ayşegül: Bu aralar kaliteli beslenmeyle kafayı bozmuş durumdayım ve yoga da yapıyorum.


Kaynak: Hürriyet Kampüs eki / 31 Mart Çarşamba

Pazartesi, Nisan 05, 2010

yoğunum, huzuru arıyorum





hiç post girmesem de kendiliğinden beni takip eden 40 kadar blogbakar'ım varmış, acayip mutluyum. yönlendirme sitelerinden gelen, kendiliğinden "bu kızın hali nicedir" diye merak edip göz-kulak olan herkesin gıdısından öpüyorum. hafta sonu manitanın ev işleriyle geçti, bugün de acayip bir sunumum var, yetiştirmem gereken birkaç da röportaj. çoook yoğunum yağni, şimdilik huzuru ararken çektiğim bu fotoğrafla oyalıcam sizi.

Perşembe, Nisan 01, 2010

beginning of the love

my very best friend Vashek, fell in love with Iara, at first sight. i remember that how his eyes were smiling when he talked about her. admit that i was so jealous thinking of having him snatched to another woman. had meant I lost my best friend forever! was that true? no!! knowing that he is still somewhere on earth with me gives a great feeling, learning how wonderful to share your friend's happiness even though you are not at the place you have to be. Vahsek and Iara got married, and those are the cutest pics from their wedding ceremony that warms me up. congratulations!





yastıkları hazır edin




şaka maka, hakikaten uluslararasıymış. bu cumartesi dünyanın pek çok şehriyle eş zamanlı olarak Caddebostan sahilimizde yastık savaşı var. altında Erdem Dilbaz imzası var, manyak bişey olcak demektir. İşte detaylar:

+ 17.30 - 18.00 Buluşma (Ragıp Paşa Köşkü, deniz tarafındaki yeşillikler.)
+ 18.00 - 18.20 1.Tur
+ 18.25 - 18.40 2.Tur
+ 18.45 - 19.10 3.Tur
+ 19.10 - 20.00 Keyfi eğlence

::: Oyunun Kuralları :::

+ Sadece yumuşak yastıkla savaşılacak!
+ Yastığı olmayanlara ya da kameralılara vurmayın
+ Gözlüklerinizi mutlaka çıkartın!
+ Ücretsiz ve her yaştan kişinin katılımına açık.
+ Başlamak için sinyali bekleyin.
+ Kuş tüyü yastık olmasın, kuşların tüyleri yolunmasın!
+ Kesici / yanıcı aletler getirmeyiniz.
+ Yastığınızı getirmeyi unutmayın!
+ Etrafı dağıtacağız, temizlik için çöp poşeti ve yardımcı ekipman getirin.

Önemli not: Yastığınızın yanında aktivite sonrası ortalığı temizlemek için çöp poşeti ve yardımcı malzemelerinizi mutlaka getirin. Bir tanecik buluşma alanımız var, kullanılmaz halde bırakmayalım!

http://www.facebook.com/event.php?eid=374872184661&ref=ts#!/event.php?eid=357858766664&ref=ts

dergici kız takımı



Andrea Blood ve Zoë Sinclair ablalar, Londra Selfridges'ta 1 hafta boyunca, Photographers Gallery'nin de desteğiyle, kesip biçip kendi dergilerini yapıcaklar. gelip geçenler, dergilerden birer kopya alabilecekler. her blogger'ın savaş muhabiri gibi davrandığı şu dönemde bu ne şans. kıskançlıktan şiştim.

kızlar hakkında daha detaylı bilgi için:
http://www.thegirls.co.uk/

Müzikte gerilla taktiği: KÜL





Ska ve rock şarkıları yorumlayan sevimli bir boyband projesi olan Karton Sushi’nin rafa kalkıp küllerinden Kül’ün doğması yerinde olmuş. Ankara’da aynı hayatları yaşayan, aynı evi paylaşan, aynı kafaya sahip Arın, Akay, Yiğit ve Koray’dan oluşan Kül’ün evde kayıt yapma dönemleri bitti. Tarkan Gözübüyük prodüktörlüğünde kayıtları tamamlanan yeni albümlerinin yayınlanmasına az bir zaman kaldı. Bahar da geldi. Onları çeşitli üniversitelerin bahar şenliklerinde ve yaz festivallerinde bol bol takip edeceksiniz.


Albüm istiyoruz artık, albüm! Ne zaman geliyor? Neden gecikti?
Akay: Uzun aralıklarla devam edebildiğimiz kayıtlarımız bitti, miks ve mastering aşamasına geçtik. Çoğu gitti, azı kaldı yani.
Yiğit: Yetişmemiz gereken bir yer yok. Muhtemelen o yüzden bize, geç kalmışız gibi gelmiyor aslında.

Albüm yapmak hakikaten bu kadar çetrefilli bir süreç mi?
Arın: Biz müziğimizi duymak istediğimiz gibi icra ediyoruz. Belki kolay hazmedilir, radyolarda rahatlıkla çalınabilecek birşey ortaya koyuyor olsaydık, her şey daha kolay olurdu. Ama biz özgürlüğümüzü piyasaya koşullarına kurban etmedik. Bu taşlı yolu seçtik.
Koray: Albüm kaydımızı bile, konserlerden kazandığımız üç kuruş parayı bir araya getirerek, naçizane kişisel ve müzikal ilişkilerimizi kullanarak yaptık. Bir “gerilla taktikleri” durumu söz konusu yani… Çark, kendi kendini döndürdü.

Sizin için NokiaSupersound bir dönüm noktası diyebilir miyiz? O yarışmada halk oylamasında birinci, genel sonuçta üçüncü olmuştunuz.
Akay: Tek bir şarkıyla, “Derin” ile bir anda pek çok insana “Biz de varız” demeyi başardık. İnsanlar da, yakın bulmuş olacaklar ki, ilgi duydular. Halen o zamanlar bizimle ilgilenen, destek olan insanlarla haberleşiyoruz, konserlerimize geliyorlar. Neticede bir yerden başlamak zorundaydık. Biraz fonksiyonel olarak gördük o yarışmayı. Ankara’daydık o dönem ve buralarda pek de geniş bir çevremiz yoktu. Güzel bir girizgâh oldu.
Yiğit: Prodüktörümüz Tarkan Gözübüyük ile NokiaSupersound aracılığı ile tanıştık. Jüri üyesiydi. O zamandan itibaren iletişimi hiç koparmadık, en büyük kazançlarımızdan biri o oldu.

Siz de şaşırtıcı olmayan bir şekilde Ankaralısınız. Ankara’nın politik havası mıdır sizi böyle isyankâr bir grup yapan? Nelere başkaldırılarınız?
Arın: Ankara; bir milletvekili yoldan geçecek diye, birdenbire o yolun çevresindeki tüm yolların kapatıldığı, durup dururken sokağın ortasında taşlı sopalı eylemlerin başladığı, öğrencilerin yemekhane fiyatlarının artışını gitar çalarak ve şarkı söyleyerek eleştirebildiği bir yer. Ama bunları görmek için Ankara’da olmaya gerek yok. Otorite her yerde otorite; yasak, suç, ceza, mantık, baskı her yerde aynı…
Akay: Çevrenize baktığınızda insanların üzgün olduklarını görüyorsunuz. Bu bile yeterli bir neden başkaldırmak için.
Koray: Ben “şaşırtıcı olmayan bir şekilde Ankaralı olmak” kısmına takıldım. Eğer bunu piyasadaki son dönem egemen rock gruplarının orijinleri üzerinden değerlendiriyorsak, bunu en fazla Ankara’nın içe dönük hâlet-i ruhiyesine bağlayabiliriz. Neticede Ankara’da, İstanbul’un illüzyonu ve akıl çelen hareketliliği yok. Evde oturup gitar çalmak, birşeyler okumak, sohbet etmek daha cazip geliyor.

Bu ülkede, söyleyecek sözü olan sanatçıların kulakları gerçekten de görünmez bir el tarafından çekiliyor mu?
Arın: Artık dünya küçücük bir yer. Nerede ne oluyorsa, aslında burada da oluyor. Sorun diğer sanatçıların bunu neden, en azından denemedikleri. Deniyorlar ve kulakları çekiliyorsa ve buna direnç göstermiyorlarsa, bu onların sorunu. Bu iş bir misyon değil, vizyon meselesi. Biz albümde, derdimizi daha doğru biçimde nasıl anlatabiliriz diye düşündük, öyle yaptık, gemileri yaktık. Ne düşünüyorsak, ne hissediyorsak, o.

Kral Çıplak diyorsunuz. Kim bu kral?
Yiğit: Şarkı, müzik piyasasındaki dengesiz çıkar ilişkileri, sistemin dinamikleri ve müzisyenlere şekil vermeye çalışan yapım şirketleri hakkında.
Koray: “Senin adın benim. Senin malın benim. Benim canım senin. Ama burada geçmez sözün. Kral benim.” derken aslında, başka şarkılarımızda pek bulunmayan ironik bir yaklaşım var. Sen beni yönlendirmeye çalışıyorsun, sana aidim zannediyorsun, devam et; ama sen burada, bu sahne üzerinde, bu şarkının içinde yoksun; burada sadece biz varız ve sen buraya karışamazsın.

Arın, senin Foça Rock Tatili’nde Myspace sahnesini yıktığın dedikoduları dolaşıyor. Nedir işin aslı?
Arın: Mübalağa etmişler. Biz elimizden geleni yaptık. Sahne performanslarında, karşınızdaki kitle belirleyici oluyor; takdir edilecek bir şey varsa, seyircinin kendisidir.

Ne olursa, “artık olduk” demeye yakın hissedersiniz kendinizi?
Yiğit: Bizim öyle uçarı rock yıldızı hallerimiz ve hayallerimiz falan yok; biz elimizden geldiğince bu işi devam ettirmek, daha da sevmek ve en az şu anki kadar keyif almak istiyoruz.

http://www.myspace.com/kultr

Fotoğraf: Murat Akçay
Röportaj: Evren Müberra Ünal

Bu röportaj Hürriyet Gazetesi Kampüs ekinde yayınlanmıştır.

WFA/RVD Global Advertiser Conference



Buyrun sıkıcı bir yazı daha… Dikkatinizi çekerim, haber niteliği taşıyor.

30 Mart-2 Nisan tarihleri arasında World Federation of Advertisers ve Reklamverenler Derneği işbirliğiyle gerçekleşecek Global Advertiser Week’in ilk gününden notlar:
Havaş Genel Müdürü, Fernando Rodés Vilà, markaların müşterilerle el ele vererek, dijital platformda “Sosyal Başkent” yaratmaları gerektiğini söyledi. İnteraktivitenin bu kadar gelişmesinin anlamının tüketicilerin kontrole geçmesi olduğunu da ekledi. Vila’ya göre markanın pazarlama mesajları sürdürülebilir ve şeffaf olmalı.

Vila’nın sosyal medya projelerini en beğendiği markalar şunlar: Nike, Danone ve Hyundai.

Vila, her şey bu kadar hızlı gelişiyorken, ajansların çok yavaş olduğunu da belirtti. Yine de ajansların geleceği hakkında çok karamsar konuşmadı ama şöyle dedi: “Bugün olmaz Ali, belki yarın…”

Facebook Avrupa genel müdür yardımcısı Blake Chandlee, “marka yönetici”lerinin, zamanla “kitle yönetici”lerine dönüşeceğini söyledi. Blake, reklam verenlere geleneksel mikrosite kampanyalarını daha da derinleştirip sosyal networklerle bütünleştirmelerini tavsiye etti ve Adidas örneğini verdi. Adidas’ın Facebook’ta 200 bin fan’ı var ve marka bu gruptan yıllık 20 milyon dolar kazanıyor.

legoloman



Legolarla bozmak üzereyim kafayı. Pipidisko'ya da lego kolye koydum. Çocuklarımın da lego manyağı olmasından çok korkuyorum. Toplaması çok zor. Şekildeki masa, 22.742 parça lego kullanılarak yapılmış. Üstteki mutfakta da 20 bin lego kullanılmış.