Cumartesi, Mayıs 10, 2008

Daft Punk Electroma (2006)


Ozon tabakası dostu iddiası taşıyan deodorantlar kozmetik reyonlarını dolduradursun, biliminsanları suyla çalışan ve atmosfere zarar vermeyen araçların hayalini kuradursun, insanoğlunu robot olmaktan kurtarabilecek yegane çare uçakların motorunu çıkarıp hareketli kanat takmaktan geçiyor olmalı. Daft Punk Electroma işte bizim gibi biçare kullara dünyayı hemen bu gece kurtaracak çözümü bulmak için kafa patlatmaya itiyor.

Filmin ortasında bütün vücudunuzu saran kaşıntının tek anlamını bütün öğleni güneş altında yatarak geçirmenizde aramanız doğal. Güneş alerjisi. Hatta filmin 35. dakikasında cilt kanserine yakalanma olasılığınız yüksek. Peki ya robotlaşma korkusu? Hep robotlarımız olsun istedik. Robottan tavşanlar, köpekler, Dr. Who’lar ve mutfağımıza havuç sıkacakları yaptık. Bir gün kendi yarattığımız robotların esiri olma fobisini beyazperdeye onlarca kez yansıttık. Peki yaşama suda merhaba deyip karada iki ayak üstünde durmayı başarması milyonlarca yıl süren bizlerin evrim sürecini robot olarak tamamlama fikri ne kadar gerçeküstü?

Bu soruya sizden önce Fransız elektronik müzik ikilisi Daft Punk kafa yormuş bile. Daft Punk Electroma, Amerika’nın sonu gelmez çöllerinde başlayıp ve sonlanan, küçük bir kasabada ortalanan bir yol filmi. Filmde Daft Punk üyesi iki robot, insan olma sevdasıyla yola çıkıyor. Sıcak başka bir sıcak, siz kameranın bu yanında güneşin yavaştan yabancılaşmaya başlamış yüzünün hepten değişmiş haline tanık oluyorsunuz. Uzun süre çölden ibaret yolda tek yaşam belirtisi yavaşça yolunda ilerleyen bir traktör. Onu kullanan da bizimkiler gibi bir robot. Gelinen kasaba, bizim kasabamıza hiç yabancı değil. Etrafta uçmaya başlamış yürüyen merdivenler ya da kurşundan yapılmış gökdelenler yok. Köşede salaş bir café var, yola taşmış masaları müşteriler doldurmuş, garsonlar içecek servisi yapıyor. İki polis sıcaktan bunalmış işini yapmaya çalışıyor. Bir kadın bebek arabasıyla karşıdan karşıya geçiyor. Yaşlı bir adam evinin bahçesinde bastonuna yaslanmış etrafı izliyor. Baston olmasa onun yaşlı olmasını anlayamazdınız, çünkü bir robot asla yaşını göstermez.

Kasabanın biraz dışında bir laboratuvara giden Daft Punk robotları en büyük isteklerine kavuşmak üzere: Yarım saatliğine de olsa insan kılığına bürünebilmek. Özel bir maddeden yapılan yapay yüzle insandan çok kuklaya benzeseler de yüzleri gülüyor ve bu sizi bir robotun insan olmaktan duyduğu mutluluğu her hücrenizle hissetmenizi sağlıyor. Dışarı çıkan ikili kasabada diğer robotların içine karışıyor. Diğerleri şaşkın ve endişeli. Büyük ihtimalle oğlan olan küçük bir çocuk robot şaşkınlıktan dondurmasını kızgın aslfata düşürüveriyor. Eriyen sadece dondurma değil, ikilinin insan yüzleri aynı zamanda. Çünkü insanın güneşe direniş devri çoktan kapanmış. Devir torunlarımız robotların devri.

İkili tekrar robot özlerine ve yollara düşüyor. Çöller çölleri kovalıyor. Robotlarımızın hassas kalpleri güneşe çıplak gözle bakamama, rüzgarı tenlerinde hissedememe, öpüşürken dillerini kullanamama ve en önemlisi insan olmaktan çıkma acısına daha fazla dayanmıyor ve bizi hazin bir son bekliyor.

Gerçekten de bizi hazin bir son bekliyor. Küre hızla ısınırken, insan güneşle düşman olurken bizi robot bir son bekliyor. Çünkü robotlar üzülebilir, intihar edebilir ama asla kanser olmazlar. Film üzerine çok kafa yorulabilir. Uzun yol sahneleri, alengirli kamera teknikleri, müzikler ve otobanda motor sesi dışında çıt çıkmaması gibi noktalar detaya yatırılabilir. Ama geride elimizde sadece bizi “robottan anne istemiyorum” diye haykırmalık bir hale sokan acı gerçek kalır ve artık hiçbir robotla hayat hakkında konuşasınız bile gelmez.