Çarşamba, Aralık 30, 2009
Squeezing Snake
Kopenhang'ta bir otobüs. Hayvanat bahçesi giydirmesi daha iyi nasıl yapılabilir ki?
Reklam ajansı: Bates YnR
Bu yıl nerde biter?
6:45 Gram – Kadıköy
Ne vaad eder? Kokteyl, ambiyans, mutluluk ve çok acayip şeyler.
Kaç para? 20 TL + 1 içki
Willkommen İkibin10 House Party – Çukurcuma
Ne vaad eder? “Elin kıro işletmecilerine yılbaşı eylencesi adı altında para kaptırmamayı” İşin içinde benim Londra’dan badim Savaş varsa, bu partide tabii ki iş var. Facebook’a bakılırsa ev çok kalabalık olcak. İçeri almak istemezlerse gizemli kelime Müberra diyin.
Kaç para? İçkinizi getirin yeter.
Yılbaşında Evden Çıkılmaz House Party / Not a public party – Kadıköy
Ne vaad eder? Tatminkar ses sistemi, son derece leziz muhtelif kekler, pastalar. Umut, Ece ve Mengü’nün özel partisi. Gitmek farz, ama karşı her şeye çarşı.
Kaç para? İçki ve çalmayı bilmeseniz de bir müzik aleti.
Uyuz’un Home Party / Not a public party – BeşiktaşNe vaad eder? Sevgili, dostluk ve rakı sofrası . Ben büyük ihtimal buraya bi uğrarım.
Kaç para? Ne parası lan?
Oldies But Goldies - Yılbaşı Özel / Babylon
Ne vaad eder? Bayıldığım ikili Murat Beşer ve Mabbas’ın Oldies But Goldies klasiklerini.
Kaç para? 65 TL
Sokakta Hayat Var Party'si
Ne vaad eder? Yeni yıla sokakta girmeyi... Ne var ki bir adres vaad etmiyor. Anlayana buyrun: Kızıl kule altı. Alidaş alanı salakça çapanın orası..!
Kaç para? Para yok, şarap var.
New Year’s Eve @Connect – Beyoğlu
Ne vaad eder? DJ’ler Dry, FC Rookies, Don’t Click ve nicelerini...
Kaç para? Yazmamışlar. Kesin çok para.
2010 @Lokal – Beyoğlu
Ne vaad eder? Çok eğlence. Bir de Sarper’i... Güzel çocuktur.
Kaç para? Ücretsiz gibi görünüyor. Bana güvenmeyin, cebinize biraz para koyun.
2010 @11:11 – Beyoğlu
Ne vaad eder? Bilmiyorum. 301 confirmed guest?
Kaç para? Dunno.
Pixie Allstarz Celebrates the N.Y.E @Pixie – Beyoğlu
Ne vaad eder? Süper müzikler. Dubstep, breakbeat, jungle vs...
Kaç para? ????
Tatyos’un Meyhanesi – Beyoğlu
Ne vaad eder? Edirne tava ciğeri… Ağzım sulandı. Bir de rakı.
Kaç para? Ben bilmem, bu bilir: 0535 973 96 69
Boxmax – Beyoğlu
Ne vaad eder? Maskeli yıl başı partisi. Diceyler de var.
Kaç para? Senin paran burda geçmez.
İşte bir ev partisi daha: Yılbaşı Partisi – Çukurcuma
Ne vaad eder? şarap5lbira5liracemaxelbasscantatlıparmakguıtartrompetayçasirkeoğlugitarvokaL2009yılınınsongününüpostalay
Kaç para? Var da ona buna yok mu bana hani bana para.
Yoruldum yeter...
Salı, Aralık 29, 2009
Bacıya bu yapılır mı...
Hain kardeşin Facebook intikamı.. Hayır küçükken biz de kardeşimle birbirimizi tehdit ederdik. "Seni anniime söylüüüceeeemmmmm" derdik ama en fazla yemek masasına "söylüm mü ha söylüm mü" diye kaş göz yapıp masa altından dürtüklerdik birbirimizi... az para yedirmedim kardeşime hey gidi.. söylemesin diye. bu kardeş demeye bin şahit ister götoş naapmış, kızkardeşinin "fuck buddy" listesini bulup Facebook'tan yayınlamış. gülüncek iş değil ama napiyim kendimi tutamıyorum.
*resmin büyük hali için üzerine tıklayın.
albotas.com
Pazartesi, Aralık 28, 2009
Fabrikatör Sickboy
Bu başka Sickboy. Trainspotting'in akılları baştan alan Sickboy'u değil. Bristollü graffiti artisti, Londra'da eski bir halı fabrikasında "Logopop" adlı sergisini 16 Aralık'ta açtı. Artistin geçen yıl yine Londra'da açtığı "Stay Free" sergisi büyük ilgi görmüştü. Bir graffiti artisti ne takip eder, ne izler, ne dinler, nelerden beslenir... Meraklıları için Sickboy'un Ağustos 2008'den beri güncellediği blogu samimi bir kaynak.
/thesickboy.com/blog/
Cuma, Aralık 25, 2009
Perşembe, Aralık 24, 2009
fotografo Keffer
Çarşamba, Aralık 23, 2009
Pure Shit
Müzik otoritelerince sıçarcasına veya kusarcasına vokal yapmak olarak değerlendirilen BrokeNCYDE'ın temelleri, kendilerini Seven ve Miki olarak adlandıran iki gencin 2006'da New Mexico'da karşılaşmalarıyla atılmış. Emo-crunkcore olarak adlandırılan müzikleri Soulja Boy ve Tokio Hotel'in karışımı gibi tarif edilmiş. Başlığı tıklarsanız Youtube'dan izleyebilirsiniz. Başlık ise bana ait olmayıp, videonun Youtube yorumlarından alınmıştır.
Bu da size kapak olsun
Örnek: 2008 Aralık kapağının Londralı illsütratör John Paul Thurlow tarafından elden geçirilimiş hali.
DazednConfused dünyanın her bi köşesinden illüstratörleri, son 10 yıldan bir Dazed kapağı seçerek çizmesini istiyor. Bu bir yarışmadır ve sınırlaması sadece derginin kapağı kadardır. Başarılı olan illüstratörlerin işleri, derginin gelecek sayılarından birinde yayınlanacak. Son katılım tarihi 15 Şubat 2010. Bizden Burak Şentürk denese ya.
Pazartesi, Aralık 21, 2009
Babylon Dergi 2,3,4.. yetmez; 4,5,6 olsun...
Bir kulübün dergi çıkarmasına Indigo'ya Living Indigo'yu hazırlayan ekipten biri olduğum için hiç yabancı değilim. Babylon Dergi'nin de ilk sayısı çıkar çıkmaz Pandora Kitabevi'ne dalıp almıştım. Okumuştum, yavaş yavaş. Sevmiştim, biraz. Sonuçta 5 tane kültür-sanat dergisi say dediğinde 3 taneyi bir araya getiremediğin bir ülkede var olanı da hak ettiğinden fazlasıyla desteklemek istiyorsun ki yenileri gelebilsin. Yine de bu dergide, Babylon sahnesi dışında başka şeyler de görmek istediğimi söylemem de sakınca yok heralde.
Bant ekibi tarafından hazırlanan Babylon Dergi 2'de ne görücez derseniz, Babylon Sahnesi'nde ne varsa onu göreceksiniz. Bir de Yakın Mercek köşesinde Greenpeace'i... Ki Hopenhagen'in fiyaskoyla sonuçlandığı şu günlerde Greenpeace'i mercek altına almak yerinde ve öngörülü bi dergicilik anlayışı.
Çarşamba, Aralık 02, 2009
Hopenhagen
Cuma, Ekim 02, 2009
Fudumudu
Fudumudu. El yapımı tokalar, çantalar, yaka iğneleri; hepsinin tasarımı Funda Yıldırım’a ait… Farklı giyinmeyi seven, “benden bir tane daha olmasın” diyen herkesi Taksim Bol Wear’deki yerinde bekliyor. Rengarenk sweat’ler, tüllü müllü elbiseler, t-shirt’ler de dükkanın öteki tarafında. Bakalım Funda bize neler anlatıyor?
Sen aslında reklamcısın. Nasıl oldu da Fudumudu ortaya çıktı?
Evet, Galatasaray Üniversitesi’nde iletişim okudum ve bir reklam ajansında reklam yazarı olarak çalışıyorum. Örgü örmek ve bir şeyler dikmek küçüklüğümden beri en büyük uğraşımdı. İlkokulda daha ilmekleri bile zar zor atarken, babama şu soruyu sormuşum: “Kazağın kelebek desenli mi olsun yoksa baklava desenli mi?”
O zamanlardan belliymiş günün birinde modaya bulaşacağın!
Evet, çok meraklıydım örgüye. Bu hep böyle oldu. Sonunda Fudumudu çıktı ortaya. Şimdilik sadece aksesuarlar yapıyorum. Giysi kısmını farklı markalarla oluşturuyorum. İleride kendi üretimim giysiler de olacak.
Fudumudu çok eğlenceli bir isim. Diyelim Fudu, Funda’dan geliyor, mudu da ne?
Bulduğum hiçbir şey güzel gelmeyince en sonunda kendi ismimi düşünerek “Funda Munda neyse ne işte!” dememle birlikte aklımdan geçenler aynen şöyle oldu: “Funda-Munda... Fundu-Mundu... Fudumudu!” Bulmuştum. Ben de seviyorum bu ismi.
Senin için Fudumudu’nun öncesinde bir de Bol Wear var, değil mi?
Bol Wear, diğer çocuk. Underground Türkçe Rap’ten tanıdığımız A.P.O. ile ortak kurduğumuz bir marka. Daha çok hiphop dinleyicilerine hitap ediyor. Hiphop giyim, bambaşka, renkli ve her öğenin ayrı bir anlam taşıdığı başlı başına bir dünya. T-shirtler, gömlekler, sweatshirtler kendi üretimimiz. Fudumudu tüm bunların ardından geldi. Bol Wear’la aynı mağazada artık. Bol Wear’dan daha farklı bir dünya, hiphop kıyafetler yok Fudumudu’da.
Fudumudu’da oldukça sıra dışı tasarımlar var. Mesela şu tabancalı sweat, sadece burada gördüm.
Evet, her aksesuardan sadece bir tane var. Giysiler sınırlı sayıda ve her hafta yeni şeyler geliyor. Böyle heyecanlı bir şey Fudumudu. Amacım, insanların “Acaba bugün ne var?” diyerek geldikleri, sürekli hareket halinde bir yer oluşturmak.
Fudumudu butikte yer alacak markaları neye göre seçiyorsun?
Giysiler, beğendiğim ve genellikle Türkiye'de mağazası olmayan markalardan oluyor. Mesela senin de beğendiğin tabancalı sweatshirt bir Tokidoki. İtalyan grafik tasarımcı Simone Legno’nun kendi çizimleriyle yarattığı süper bir marka.
Fudumudu aksesuarların tasarımı sana ait. Bu tasarımlar nasıl ortaya çıkıyor?
Bir şey yapmaya başladığımda sonunda nasıl bir şey çıkacağını hiç bilmiyorum. Şurası şöyle olsun, buradan da şu çıksın, bir de şu renk olsun derken bitiyor. Çok planlı çalışmıyorum; bir gün rozet, bir gün küpe, bir gün kolye çıkıyor.
Ben en çok etekleri tül mavi elbiseye ve topuklu ayakkabı şeklindeki broşa bayıldım. Senin en sevdiğin parça hangisi?
O elbiseyi ben de çok seviyorum. Sonra... Popcorn ve kurabiye t-shirlerini, kaset çantalarımı, topuklu ayakkabı küpelerimi, papyon yaka iğnelerimi ve yeni yapmaya başladığım Kolye Adam’ları çok seviyorum. Aslında hepsini seviyorum.
www.fudumudu.com
yazının tamamı Monomundo'da!
Salı, Eylül 01, 2009
Jasper Joffe: "Oh be, yeniden doğdum!"
Jasper Joffe. Bu ismi yazın bir kenara. Ne de olsa her gün bir manyakla karşılaşmıyoruz. Sevgilisi onu terk etti diye, O da galerisini terk ediyor. Geçmişe ait nesi var nesi yoksa satışa çıkarıyor. Sevgilisinden kalan mektuplar da dahil... Neymiş? Yeniden doğacakmış. Yaşı kaç? 33. Hz. İsa yeniden doğduğunda kaç yaşındaydı? 33. Tövbeler olsun.
Kimse hayatından süper memnun değil ve herkes zaman zaman değişikliklere ihtiyaç duyuyor. Sence sahip olduğun ne varsa satmak, yeni bir hayata başlamak için iyi bir yol mu?
Bence herkes öncelikle kendine şu soruyu sormalı: Hayata bir kez geliyorum. Peki mutlu olduğum şeyleri mi yapıyorum? Eğer sorunuzun cevabı “hayır”sa yaşamınızı değiştirmeli ve içine hapsolduğunuz alışkanlıklarınızdan kurtulmalısınız. Korkulacak bir şey yok. Tam tersine, değişim demek, heyecan ve yenilik demek.
Eski kız arkadaşın senin için, tüm hayatını silecek kadar önemli miydi?
Kesinlikle, o benim için çok önemli biri. Bence aşk, yaşamın en derin parçası. Keşke sevdiğim kadar sevilebilseydim de... Eğer sevgilimi de resme önem verdiğim kadar önemseseydim ve zaman ayırsaydım, eminim onu hiç kaybetmezdim.
Çok güçlü ve farklı bir kişiliğin var. Çocukluk hikayen nedir? Mutlu bir çocuk muydun?
Mutlu bir çocuktum, teenage olana kadar! Sonra gelecek için gereğinden fazla kaygılanmaya başladım. Bilirsin işte, büyüyünce ne olacağım, nasıl görüneceğim gibi sorulara fazlasıyla takıktım. Ayrıca çok utangaçtım. Yeni arkadaş edinemezdim. Ama her zaman ne istediğini bilen biri oldum.
Ailen artist olman için seni destekledi mi?
Evet.
Artist olmasan ne olurdun?
Dünyayı değiştirebilecek herhangi biri. Eğer politikacılar gerçekten bu işi becerebilseydi, politikacı olmak isterdim. Ama insanlara ne yapmaları gerektiğini söylemekten hoşlanmıyorum. İnsanların kendi kararlarını almasından yanayım.
Biraz da resimden konuşalım... Resim yapmak nasıl bir süreci kapsıyor?
Kahve içmek, öğle yemeği, dergi karıştırmak, film izlemek, arkadaşlarla muhabbet, aşık olmak ve ayrılmak. Bunların hepsi sürecin birer parçası.
Türkiye sanat sahnesi hakkında bi fikrin var mı?
Maalesef Türkiye’ye hiç gitmedim. Bir fikrim yok. Günün birinde ülkenizi ziyaret etmeyi çok isterim.
Ortalama bir günün nasıl geçiyor?
Suratsız uyan, müsli ye, duş al, New Yorker oku, duş al, stüdyoya kapan, uyu, kızı okuldan al, 2 saat otobüs yolculuğu çek, Çin yemeği ye, duş al, televizyon seyret, Londra’yla ilgili kitaplar oku...
Satışa çıkardığın Kitchenaid Mikser’in anısı nedir?
Babam Christmas için biraz harçlık vermişti. Ben de tüm paramla o mikseri aldım. Çünkü en sevdiğim şey sevgilime kek yapmaktı ve yumurta çırpmak için miksere ihtiyacım vardı.
www.jasperjoffe.com
devamı monomundo.com'da.
Salı, Temmuz 21, 2009
Kontrollü kaos robottur!
Rende, tencere, kahve makinası gibi mutfak gereçleri, eskimiş elektrik süpürgeleri, artık kullanılmayan tuvalet sifonu, boyası çıkmış, tekerleği patlamış bisiklet, boş bira kutuları, ütü, vida, telefon kablosu ve yuvarlak telefon çevirme aparatı, çaydanlık, el feneri ve artık kullanılmayan miyadını doldurmuş bilimum endüstri gereçleri… Şimdi hepsini gözünüzün önüne getirin. Tek tek değil, bir arada düşünün. Hurda? Şimdi bunların hepsini garajınızın içinde düşünün. Kaos? Bu kadar çöpün içinde kaybolmak niyetinde hiç değilsiniz. Ne yaparsınız? A) Hepsini çöpe atarsınız. B) Bunlardan robot yaparsınız.
Paul Loughridge, elbette B şıkkını seçiyor ve kendi garajını “kontrollü kaos” olarak tanımlıyor. Kaosun kontrollüsü ise robot kisvesine bürünmüş yaratıcılık olarak karşımıza çıkıyor. Mucitin robot yapım sürecinde ise sıkı sıkıya bağlı olduğu üç kural var: Plastik kullanmamak, parçaları bir araya getirirken kaynak yapmamak ve robotları boyamamak. Plastik kullanmama kuralının ise bir istisnası var. Eğer 1940’lardan kalma vintage bir oyuncak parçası plastikseniz Loughridge’in retro robotlarının bir parçası olabilirsiniz.
Amerika’nın ünlü Silikon Vadisi’nde grafik tasarımcı olan sanatçının en büyük ilham kaynağı envai çeşit çer-çöpü bulabileceğiniz bit pazarları. Loughridge, artık hurda diyebileceğimiz alimünyumdan yapılmış araba kornası susturucusu bulabilmesi sayesinde robot yapabiliyor!
Yaptığı işleri “Lockwasher” markası altında sergiliyor. Bunun nedeni ise “Lok-rij” olarak okunması gereken soyisminin ilkokulda bir arkadaşı tarafından bu şekilde telafuz edilmesi. Şimdi 51 yaşında olan artist, oturup oyuncak robot yapmasının nedeniniyse hala çocuk olmasıyla açıklıyor. Paul’ün 11 yaşındaki kızı Emma “Babam bazen robotlara dalıp akşam yemeğini bile unutuyor” diyerek şikayetini belirtiyor. Belli ki babasını robotlarla paylaşmak istemiyor.
“Bilirsiniz erkekler asla büyümez”
Elbette her erkek hayatında bir kez olsun bir ışın silahı olsun ister. Paul de, robotlarla haşır neşir olma kariyerine ilk olarak ışın silahları yapmakla başlamış. Bunu roketler izlemiş. Sıra robotlara geldiğinde ise Otostopçunun Glaksi Rehberi’nin sıkılgan robotu Marvin gibi depresif değil, aksine her biri birbirinden eğlenceli karakterler seçmiş. Erkeklere robot arabalar, kadınlara balerin robotlar yapmış. İşte, Paul’ün “Gündelik hayatın çöplerinden yaptım” dediği robotlarından bazılarını sizin için seçtik.
Shutter Bug: 1953 model Ansco Shur-Flash fotoğraf makinesinden oluşan kafanın üzerindeki antenimsi gözler İsveç köftesinden esinlenilerek yapılmış. Bu robot böceğin bisiklet parçalarından yapılmış olan altı bacağını kafayla bağlayan ve gövde görevini gören parça ise bir arazöz.
Ernestine and Stereo Dog: Ernestine’in at kuyruğu saçlarına dikkatle bakıldığında alimünyum kablolar görülüyor. Şapkası antika bir ampülün parçası. Kalan detaylarda lamba, semaver, kahve makinası parçası ve musluk açma kapama düğmesi ilk bakışta göze çarpıyor. Sevimli köpeğimiz ise temel olarak Harley Davidson çamurluğu ve tekerlek göbeğinden oluşuyor.
Robot Dog Yellowtail: İşte favori köpeğimiz! Lockwasher’da boya yapmak yasak. Bu köpek kendinden boyalı. Kamp feneri gövdeyi bobin gözler tamamlıyor ve bizce elektronik bir kemiği hak ediyor.
Eli the Aluminum Elephant: Bu filin burnu çaydanlığın ters çevrilmesiyle elde edilmiş. Kollar bisiklet manivela kolundan. Boyama yok ama gördüğünüz gibi göz alıcı ışıltıya kavuşana kadar parlatılmış.
Beer2-D3: Yıldız Savaşları’nın fıçı şeklindeki robotu R2-D2’ye arkadaş olarak tasarlanmış ve fotoğrafından da gayet net anlaşılabileceği gibi bir bira kutusundan yapılmış olan B2-D3 robotumuz kendini İspanyolca ve İngilizce olarak ifade edebiliyor. Konuşamasa da yazılı ve görsel anlatımları mevcut.
Sir Lube of Can-o-Lot: Monthy Phyton’ın cesur şovalyeler için yazılmış “Camelot” şarkısını sonuna kadar hak etmiyor mu? Peynir rendesinden yapılmış miğferinin ardından yeterince korku salıyor.
Sandy: Sıcak yaz günlerinde sahil kenarında ne giyinmeli Sandy’den öğreniyoruz. Geniş bir gölge sağlayan şapka ve UV filtreli güneş gözlükleri yüksek koruma faktörlü güneş koruyucu kremlerle tamamlanmalı, diyor kendileri.
Trouble Shooter: Duş hortumu kollar, fener kafa ve sebze tartısı gövde. Renkler biraz solsa da kırmızı hala gözalıcı bir kırmızı.
Schauer: Çim sulama arazözünden yapılmış radar alıcıları pek yakışmış. Radara ne takıldı da gözlerini o kadar açtı bilemiyoruz. Kollar kıyma makinesi koluna benziyor ama emin değiliz. Ne fark eder ki?
Scotty Robo-Dog: İskoçyalı bu köpeğin gövdesi bildiğiniz termostan oluşuyor.
http://www.lockwasherdesign.com/
kaynak: monomundo.com
Salı, Temmuz 14, 2009
Singer geldi, Urban'a veda.
Londra'da eşi dostu kardeşi kayını olanlar! Şimdi Urban indiriminden birkaç parça sipariş vermenin tam sırası. Ben indirim reyonunda pek bir şey göremedim. Aklım yeni sezondan ve 315 Ingiliz sterlininden satışa sunulan şu cicilerde kaldı. Peki pintiliğim yüzünden bu elbiselerden vaz mı geçeceğim? Hayır. Yeni hedefim, babamın doğum günü hediyesi olarak aldığı Singer Fashion dikiş makinamı iyice kurcalayıp şekil 3'te görülen gri ve kırmızının muhteşem uyumundan ibaret iri printli belden kemerli çaktırmadan yandan cepli elbiseyi dikmek. Becerebilirsem siparişlerinize açığım. Yabancı değilsiniz, size 50 pound olur!
Perşembe, Temmuz 02, 2009
Rock’n Roll ruhuyla Topshop!
Sinemanın asi çocuğu Johnny Depp, Babyshambles ön adamı Pete Dhorety ve The Killers’tan Jamie Hence derken podyumların kıdemli süper modeli Kate Moss, yaşam tarzını sevgili seçimiyle biraz olsun ortaya koyanlardan: Asalet şu kenara bize rock’n roll ruhu gerek!
Dünyanın en çok rağbet gören markalarından biri olan Topshop’un moda tasarımcıları arasında yer almak için illa Londra Moda Okulu’ndan mezun olmanız gerekmiyor. Keşke gerekseydi, şansımız biraz olsun artabilirdi. Onun yerine buğulu bakışlarınız, uzun bacaklarınız ve bütün gözleri üzerine toplayan kişilik sahibi bir giyim tarzınız varsa da olur. Kate Moss gibi.
Neredeyse 8 sezondur Topshop’la işbirliği içinde olan süper model Kate Moss’un yeni koleksiyonu Christmas bahanesiyle vitrinlerdeki yerini aldı. Yeni tasarımların tanıtım modelliğini de tabii ki 34 yaşını geride bırakan Kate’in kendisi üstlendi. Fotoğrafçı ikilisi Mert ve Marcus elinden çıkan karelerde asi modelin dumanlı gözleri ve yataktan yeni kalkmış imajı yaratan dağınık saçları yeni kreasyonun da ruhunu yansıtıyor: Rock’n roll-glam.
Moda üzerine verdiği söylevlerde dışarı çıkarken özellikle hazırlanmadığını, o anki duruma göre eline geçeni giyindiğini söyleyen Kate’e inanasımız gelmiyor tabii ki. “Sıkça çıktığım seyahatler sayesinde kocaman bir vintage koleksiyonu oluşturdum. Severek giyindiğim bir sürü 2. el kıyafetim var ki her birinin ayrı bir hikayesi olduğuna inanıyorum.” diyen Kate, son koleksiyonunu hazırlarken dünyanın her bir köşesinde karşısına çıkan vintage kıyafetlerden de etkilenmiş. Demek oluyor ki modelin ikinci el kıyafetlere olan düşkünlüğü Yılbaşı gecesi birçoğumuzun Audrey Hepburn ya da Marilyn Monroe’ya dönüşeceğinin bir sinyali olabilir.
Yeni Kate Moss Topshop, eskilerin nezih sadeliğinin yanında şimdinin rock’n roll ruhunu da ortaya koyuyor. Kate’in ikonik rock’n roll görünüşü yırtık jeanslere ve skinny deri pantolonlara yansıyor. Işıltılı tşörtler, vintage etkileşimli bluzler ve süslemeli detaylardan oluşan pantolonların yanında üste iki beden büyük tiftik yününden kazaklar da “soğuk” ve “şıklık” ikileminden bizi kurtarıyor ve “Şık kadın da üşür” sloganını literatüre kazandırıyor.
Yeni koleksiyonda yer alan tüm parçalar aslında Kate’in kendi dolabının bir yansıması. Modelin geçtiğimiz haftalarda pazar çantasıyla sokakta dolaşması manşetlerde yer aldıktan sonra tanesi 2 pounda satılan bu çantaların satışında patlama yaşanmıştı. Yani buna “Kendi stilini kendin yarat” dolabı da diyebiliriz.
İşinden ziyade özel hayatıyla gündemde olan ve etrafa göre değil, kafasına göre takılmayı tercih eden Kate, sıra giyinmeye geldiğinde de yanlızca içinde bulunduğu ruh haline bakıyor. Sonradan yaratılmış bir kimlik yerine, kendi zevkine göre giyinen Kate Moss’un aşırı ve keskin duran tarzını çok sevmemizin altında modelin bizzat kendisini bulmamız saklı olabilir.
Dünyanın en çok rağbet gören markalarından biri olan Topshop’un moda tasarımcıları arasında yer almak için illa Londra Moda Okulu’ndan mezun olmanız gerekmiyor. Keşke gerekseydi, şansımız biraz olsun artabilirdi. Onun yerine buğulu bakışlarınız, uzun bacaklarınız ve bütün gözleri üzerine toplayan kişilik sahibi bir giyim tarzınız varsa da olur. Kate Moss gibi.
Neredeyse 8 sezondur Topshop’la işbirliği içinde olan süper model Kate Moss’un yeni koleksiyonu Christmas bahanesiyle vitrinlerdeki yerini aldı. Yeni tasarımların tanıtım modelliğini de tabii ki 34 yaşını geride bırakan Kate’in kendisi üstlendi. Fotoğrafçı ikilisi Mert ve Marcus elinden çıkan karelerde asi modelin dumanlı gözleri ve yataktan yeni kalkmış imajı yaratan dağınık saçları yeni kreasyonun da ruhunu yansıtıyor: Rock’n roll-glam.
Moda üzerine verdiği söylevlerde dışarı çıkarken özellikle hazırlanmadığını, o anki duruma göre eline geçeni giyindiğini söyleyen Kate’e inanasımız gelmiyor tabii ki. “Sıkça çıktığım seyahatler sayesinde kocaman bir vintage koleksiyonu oluşturdum. Severek giyindiğim bir sürü 2. el kıyafetim var ki her birinin ayrı bir hikayesi olduğuna inanıyorum.” diyen Kate, son koleksiyonunu hazırlarken dünyanın her bir köşesinde karşısına çıkan vintage kıyafetlerden de etkilenmiş. Demek oluyor ki modelin ikinci el kıyafetlere olan düşkünlüğü Yılbaşı gecesi birçoğumuzun Audrey Hepburn ya da Marilyn Monroe’ya dönüşeceğinin bir sinyali olabilir.
Yeni Kate Moss Topshop, eskilerin nezih sadeliğinin yanında şimdinin rock’n roll ruhunu da ortaya koyuyor. Kate’in ikonik rock’n roll görünüşü yırtık jeanslere ve skinny deri pantolonlara yansıyor. Işıltılı tşörtler, vintage etkileşimli bluzler ve süslemeli detaylardan oluşan pantolonların yanında üste iki beden büyük tiftik yününden kazaklar da “soğuk” ve “şıklık” ikileminden bizi kurtarıyor ve “Şık kadın da üşür” sloganını literatüre kazandırıyor.
Yeni koleksiyonda yer alan tüm parçalar aslında Kate’in kendi dolabının bir yansıması. Modelin geçtiğimiz haftalarda pazar çantasıyla sokakta dolaşması manşetlerde yer aldıktan sonra tanesi 2 pounda satılan bu çantaların satışında patlama yaşanmıştı. Yani buna “Kendi stilini kendin yarat” dolabı da diyebiliriz.
İşinden ziyade özel hayatıyla gündemde olan ve etrafa göre değil, kafasına göre takılmayı tercih eden Kate, sıra giyinmeye geldiğinde de yanlızca içinde bulunduğu ruh haline bakıyor. Sonradan yaratılmış bir kimlik yerine, kendi zevkine göre giyinen Kate Moss’un aşırı ve keskin duran tarzını çok sevmemizin altında modelin bizzat kendisini bulmamız saklı olabilir.
Çarşamba, Temmuz 01, 2009
hem plastik hem fantastik
“Ben sizin yaşınızdayken Pluton bir gezegendi” demek için biraz daha zamanımız var, ama “Vay be, ne yıldın sen 1982...” demenin birileri için tam zamanı şimdi. Neden? Çünkü o yıl, Kara Şimşek milyonları ekran başına kilitledi. Sony, ilk kompakt disk player’ı piyasaya sürdü. Michael Jackson’ın “Thriller” albümü eğlence sektörünün en çok satan albümü olarak yayınlandı. Commodore 64 üretilerek 595 Amerikan Doları üzerinden satışa sunuldu ve dokuz gezegenin hepsi güneşin aynı tarafında hizaya geldi. En önemlisi olmasa da konumuz açısından en bağlayıcı olanı, Lomo Kompakt Automat Sovyet Rusya tarafından üretime geçirilerek günümüzün Lomography topluluğunun kurulmasına ön ayak oldu.
Dünyanın her bir köşesinden çılgınca yükselen “Anne, bana Lomo al!” çığlıklarına biz de daha fazla sessiz kalamadık ve Lomopraphy’nin kısa tarihine bir göz attık. Yıl 1992. Matthias Fiegl ve Wolfgang Stranzinger adlı Viyanalı iki Pazarlama öğrencisi gezi amaçlı gittikleri Çekoslovakya’da yanlarına fotoğraf makinası almadıklarını fark ederler. Kendilerine ucuz bir kamera ararlarken gözleri tezgah üzerindeki plastik, 35 mm Lomo Kompakt Automat’a takılır ve gözlerinde dolar işareti beliriverir. İşte Lomography hareketinin bugün 500 bin üyeye ulaşan serüveni böylece başlar.
Sovyet Lomo’nun yanına bu sefer Hong Kong’ta üretilen Çinli kardeşi Holga ile Fisheye, ActionSampler, Frogeye, Oktomat, SuperSampler, ColourSplash ve Diana gibi modeller katılarak Lomography ailesi giderek genişledi.. İsmi “çok parlak” anlamındaki “Ho Gwong” kelimesinden gelen Holga, Avrupa pazarında kısa zamanda büyük ilgi gördü. Lensleri bile plastikten yapılan Holga, profesyonellikten zerre nasibini almamış bir oyuncak kamera olarak tanımlanıyor. Ama Holga’yla şipşakçılık oynayan onbinlerce insanın yüzbinlerce fotoğrafı gösteriyor ki sonuçlar oldukça profesyonel. Elbetteki çok güzel fotoğraflar yakalamak kullanıcının becerisine ve keşfetme gücüne kalmış.
Lomo kameralarla çekilen fotoğrafların en göze çarpan özelliği ise, kesinlikle göze çarpması! Fazlaca patlamış renkler, çok yakın çekimler, kimi zaman bulanık ve vintage havası veren solmalar ve kutsanan kazalar Lomo tekniğinin parçaları olarak kabul edilebilir. Lomography, kullanıcılarını istedikleri kadar dikkatsiz olmaya ve gelişi güzel çekim yapmaya teşvik eder. Bir zamanların fotoğrafçılık literatürüne geçmiş “Kodak anı” konsepti, Lomography’de “Düşünme, sadece çek!” mottosuyla karşılık bulur. Anlaşılacağı üzere aslında Lomography’nin hiçbir tekniği yoktur. Olanları da biz uydurduk!
Çok hafif olan Lomo kameraların en büyük güzelliği her anımıza eşlik edebilmesi. Mekanizması çok basit ama anlaşılması çok güç olan Lomo’lara oyuncak fotoğraf makinası demek haksızlık olur. Çünkü Lomo bize dünyanın aslında nasıl bir yer olması gerektiğini gösteren bir mucize kutusudur. Bir Lomo kameranız varsa en beklenmeyen sonucu beklemeyi öğrenirsiniz. Çünkü kendisi sürprizlerle doludur.
Moskova, New York, Tokyo, Berlin, Viyana, Havana, Köln ve Madrid gibi şehirler başta olmak üzere 35 ülkede şubeler açan, sergiler ve partiler düzenleyen Lomography’nin hayran kitlesi arasında Brian Eno, Moby ve David Byrne gibi isimler de yer alıyor. Peki bu çılgınlık nereye gidiyor? Lomo Dünya Arşivi projesine... Dünyanın en büyük fotoğraf arşivlerinden birisi olmaya aday olan bu projede yüzbinlerce Lomo takipçisinin fotoğrafları yer alıyor.
Peki neden dünyanın birçok köşesinde bu kadar insan delirmiş gibi, aynı anda elinde bir Lomo fotoğraf çekiyor? Belki bunun nedeni herhangi bir profesyonellik gerektirmemesi ve eline alan herkesi eğlendirmesi ya da şeker gibi yenmek istenmesindedir.
Lomo’nun Kısa Tarihçesi:
1982: Lomo Kompakt Automat, Rusya’da; Holga ise Hong Kong’ta üretilmeye başlandı.
1992: İki uyanık Viyanalı üniversite öğrencisi, Prag’ta Lomo’yu keşfetti ve üye sayısı 500 bini geçen Uluslararası Lomography Topluluğu’nu kurdu.
1994: İlk uluslararası Lomo sergisi New York ve Moskova’da eş zamanlı olarak düzenlendi.
1995: İlk olarak Berlin’de kurulan Lomography elçilikleri dünyanın her bir köşesine yayıldı. Günümüzde sayıları 60’a ulaştı.
1997: Lomography, lomography.com adresiyle online topluluk haline geldi. Topluluk, aynı yıl ilk Lomo film projesi Lomo TV’yi yayına soktu.
1997: İlk Lomo Dünya Kongresi, Madrid’de düzenlendi.
1999: ActionSampler Dünya Şampiyonası düzenlendi.
2000: Lomo Olimpiyatları düzenlendi.
2001: Lomography, ilk mağazasını Viyana’da açtı.
Kaynak: http://www.monomundo.com/
Fisheye fotoğraflar: Saygın Olgu Ünal
Çarşamba, Haziran 10, 2009
Ok, I am AJ Fosik
AJ Fosik, aslen post-endüstriyel Michiganlı. Şu aralar Philadelphia'da yaşıyor. Tahtadan üç boyutlu "resim?"ler yapıyor. İşlerini Brezilya ve Fransa'da sergileme fırsatı buldu ve şimdiki sergisi San Frandisko'da başlıyor. Biz netten takipteyiz. Güzel renkler bunlar, tahta kafalar...
"There's Aliens in Our Midst"
AJ Fosik solo show
June 13- July 4, 2009
@White Walls
835 Larkin St. @Geary
http://www.whitewallssf.com/
Çarşamba, Nisan 08, 2009
Rock’n Roll ruhuyla Topshop!
Dünyanın en çok rağbet gören markalarından biri olan Topshop’un moda tasarımcıları arasında yer almak için illa Londra Moda Okulu’ndan mezun olmanız gerekmiyor. Keşke gerekseydi, şansımız biraz olsun artabilirdi. Onun yerine buğulu bakışlarınız, uzun bacaklarınız ve bütün gözleri üzerine toplayan kişilik sahibi bir giyim tarzınız varsa da olur. Kate Moss gibi.
Neredeyse 8 sezondur Topshop’la işbirliği içinde olan süper model Kate Moss’un yeni koleksiyonu Christmas bahanesiyle vitrinlerdeki yerini aldı. Yeni tasarımların tanıtım modelliğini de tabii ki 34 yaşını geride bırakan Kate’in kendisi üstlendi. Fotoğrafçı ikilisi Mert ve Marcus elinden çıkan karelerde asi modelin dumanlı gözleri ve yataktan yeni kalkmış imajı yaratan dağınık saçları yeni kreasyonun da ruhunu yansıtıyor: Rock’n roll-glam.
Moda üzerine verdiği söylevlerde dışarı çıkarken özellikle hazırlanmadığını, o anki duruma göre eline geçeni giyindiğini söyleyen Kate’e inanasımız gelmiyor tabii ki. “Sıkça çıktığım seyahatler sayesinde kocaman bir vintage koleksiyonu oluşturdum. Severek giyindiğim bir sürü 2. el kıyafetim var ki her birinin ayrı bir hikayesi olduğuna inanıyorum.” diyen Kate, son koleksiyonunu hazırlarken dünyanın her bir köşesinde karşısına çıkan vintage kıyafetlerden de etkilenmiş. Demek oluyor ki modelin ikinci el kıyafetlere olan düşkünlüğü Yılbaşı gecesi birçoğumuzun Audrey Hepburn ya da Marilyn Monroe’ya dönüşeceğinin bir sinyali olabilir.
Yeni Kate Moss Topshop, eskilerin nezih sadeliğinin yanında şimdinin rock’n roll ruhunu da ortaya koyuyor. Kate’in ikonik rock’n roll görünüşü yırtık jeanslere ve skinny deri pantolonlara yansıyor. Işıltılı tşörtler, vintage etkileşimli bluzler ve süslemeli detaylardan oluşan pantolonların yanında üste iki beden büyük tiftik yününden kazaklar da “soğuk” ve “şıklık” ikileminden bizi kurtarıyor ve “Şık kadın da üşür” sloganını literatüre kazandırıyor.
Yeni koleksiyonda yer alan tüm parçalar aslında Kate’in kendi dolabının bir yansıması. Modelin geçtiğimiz haftalarda pazar çantasıyla sokakta dolaşması manşetlerde yer aldıktan sonra tanesi 2 pounda satılan bu çantaların satışında patlama yaşanmıştı. Yani buna “Kendi stilini kendin yarat” dolabı da diyebiliriz.
İşinden ziyade özel hayatıyla gündemde olan ve etrafa göre değil, kafasına göre takılmayı tercih eden Kate, sıra giyinmeye geldiğinde de yanlızca içinde bulunduğu ruh haline bakıyor. Sonradan yaratılmış bir kimlik yerine, kendi zevkine göre giyinen Kate Moss’un aşırı ve keskin duran tarzını çok sevmemizin altında modelin bizzat kendisini bulmamız saklı olabilir.
Kaynak: Whop
Çarşamba, Mart 25, 2009
My city, My Music: İstanbul
Here is a radio documentary about İstanbul and it's fantastic sound. You will like it!
http://www.bbc.co.uk/iplayer/episode/b00j8gjy/International_Radio_1_Istanbul_Turkey/
http://www.bbc.co.uk/iplayer/episode/b00j8gjy/International_Radio_1_Istanbul_Turkey/
Perşembe, Şubat 26, 2009
Thomas'ın Graffiti Modası
Thomas Voorn kıskanç bi adam.. Kendisi fashion designer fekat Bristollı street artistlerine taş çıkartıcak cin bir fikirle karşımıza çıktı. Biz fashion, music yaşasın street art diye çığlık atan her nevi yeniliğe aç insanlar olarak hemen kendisini keşfettik vee küçük bir araştırma sonucu Hollanda'da AKI Art&Design Academy'den doksanların ortasında mezun olduğunu, daha sonra modaya meraklı herkes gibi Londra'da St Martins'e başvurup kabul edildiğini, ilk tasarımını 11 yaşındayken yaptığını ve bunun çarşaftan bir gelinlik olduğunu (bunu ben 6 yaşındayken yapıyodum) öğrendik. Velhasıl, graffitiyi severiz, duvarları öperiz. Hele ki bunu sprey boyasız pıl pırtıyla yapan yaratıcı zihniyeti takdir ederiz. Yanlız yolda bi graffitinle karşılaşırsak affetmez, üstümüze geçiriveririz.
Salı, Şubat 17, 2009
Çarşamba, Ocak 21, 2009
Proud
my little heartless pilot
before you
there were only pussies, dicks and cocks around me
now
you gave me heart
you gave me pain
you gave me joy
never failed us
the heart surrounded with your red hair
your pain now its all mine
our joy raises us up and up
my little pilot
seriously I just wanted to say hello
greeting you all in dazed
feeling your tunes deep inside
pipi knows you will be wonderful mother
you did us all proud
proud of pilot
I know there will be always dicks and cocks
but baby I will never feel this much love
before you
there were only pussies, dicks and cocks around me
now
you gave me heart
you gave me pain
you gave me joy
never failed us
the heart surrounded with your red hair
your pain now its all mine
our joy raises us up and up
my little pilot
seriously I just wanted to say hello
greeting you all in dazed
feeling your tunes deep inside
pipi knows you will be wonderful mother
you did us all proud
proud of pilot
I know there will be always dicks and cocks
but baby I will never feel this much love
Cumartesi, Ocak 17, 2009
Nathan Nathan
Kanadalı genç artist Nathan James’in renkli dünyasından haberdar olanlar, geçtiğimiz yılı Pleasure Island’da geçirmenin keyfini yaşadılar. Zira pılını pırtısını toplayıp kendini Londra’ya atan Nathan’nın gizli adasında şirin mi şirin, güzel mi güzel kızlar, göz alıcı renkler, zevkli kolajlar ve kısaca pop-art’ın materyale güzelleme yapan eğlenceli dünyası var. Biz onu Kaunter Kulture ve Pleasure Island sergileriyle keşfettik. Geleneksel yağlı boya resmi, üzerine silkscreen ve stenciling gibi teknikler kullanarak başka birşeye dönüştürmesini sevdik. O da bizi çok sevdi. Bakınız lokum gibi çocuk.
Neden New York, Barselona ya da Sidney değil de Londra?
Benim için New York, Los Angelas ya da Londra bir... Aslında ben yarı Amerikalıyım ama onların tuhaf göçmenlik yasaları yüzünden vatandaşlık hakkı ya da en azından yeşil kart bile edinemiyorum. Gerçi, ben İngiliz kültürüne deli gibi aşığım. Her halükarda yaşamak için tercih edeceğim yer Londra olurdu.
Ne çeşit bir kültür şoku yaşadın Londra’nın sanatsal ortamıyla karşılaşınca?
Londra’ya yerleşmeden sekiz ay önce Kanada’nın kuzeyindeki Ontario şehrine taşınmıştım. Ailemin orada, oldukça izole edilmiş bir bölgede, kullanılmamaktan dolayı yıkılmaya yüz tutmuş bir moteli var. İşte orayı stüdyo yapmaya karar vermiştim. Bunun için badana boya işlerini halledip biraz para biriktirmem gerekiyordu. Sonuçta orayı yaptığım işleri sergileyecek bir sanat galerisine dönüştürmek istiyordum. Tabii belime kadar gelen karın içinde, sakallı suratımla bir artistten ziyade mağara adamına dönüverdim ve kargaların bile uğramadığı bir şehirde sanat galerisi açmanın çok da mantıklı olmadığını fark edip kendimi funky Hackney’de buluverdim. Yaşadığım kültür şokunu sen tahmin et!
Hey, Hackney’de çok fazla Türk yaşıyor. Sen Türk kültürünün izlerini fark ettin mi orada?
Benim ilk ev sahibim Türk’tü ve harika bir insandı. Ne zaman Türkiye’ye gitse, dönüşte mutlaka bize en iyi Türk lokumlarından getirirdi. Uzun zaman ismini Jim zannetmiştim, ama meğer Cem’miş.
İngiltere’ye ilk geldiğinde Ulusal Sağlık Merkezi’nin Seks Sağlığı bölümünde çalıştığının duyumlarını aldık. Senin illustrasyonların hakikaten de çok seksi! Nasıl bir etkileşim var bu iki iş arasında?
Hahaha! Bu duyumu nereden aldığın konusunda hiçbir fikrim yok doğrusu. Gerçekten de birkaç yıl önce USM’de çalışmıştım. Tanrım, nereden duydun ki! Her neyse, seks sağlığı aslında düşündüğün kadar da seksi bir konu değil ama insanların ciddiye alması gereken çok önemli bir konu. Özellikle gençleri bu konuda elden geldiğince bilinçlendirmek gerekiyor. Ben o bölümde çalışırken çeşitli broşürler hazırlamıştım. İki kişiyi bile AIDS olmaktan kurtardıysam ne mutlu bana.
Dünyanın en büyük modern sanat galerilerinden Tate Modern bu yaz dış duvarlarını “street art”a açtı. Sokak sanatının, bu denli popüler ve kabul görür duruma gelmesini nasıl değerlendiriyorsun?
Dürüst olmak gerekirse, sokak sanatı görmek için sanat galerisine gitmek, kaplan görmek için hayvanat bahçesine gitmeye benziyor. Safari şansınız yoksa neden olmasın... Eğlenceli tabii ki ama bir o kadar da “güvenli” sanat. O arkadaşlar umarım işlerini milyon dolarlara dönüştürebilirler. Bana sorarsanız bu kadar kabul görüyor olması sokak sanatının sarsıcı ruhunu köreltiyor.
Oyuncakları sever misin?
Çok.
Oyuncak kameraları?
Oldukça havalı buluyorum, harikalar. Ben fotoğraf makinamı yanımdan hiç ayırmam. Click, click... Her şeyi, her yeri... Sonra da hepsini Facebook’a yüklerim.
Dondurma mı lokum mu?
Lokum.
(http://www.ndjames.com/)
Whop Magazine January '09
pırasa
Çarşamba, Ocak 14, 2009
bear and the breakfast
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)