Cumartesi, Ocak 17, 2009

Nathan Nathan


Kanadalı genç artist Nathan James’in renkli dünyasından haberdar olanlar, geçtiğimiz yılı Pleasure Island’da geçirmenin keyfini yaşadılar. Zira pılını pırtısını toplayıp kendini Londra’ya atan Nathan’nın gizli adasında şirin mi şirin, güzel mi güzel kızlar, göz alıcı renkler, zevkli kolajlar ve kısaca pop-art’ın materyale güzelleme yapan eğlenceli dünyası var. Biz onu Kaunter Kulture ve Pleasure Island sergileriyle keşfettik. Geleneksel yağlı boya resmi, üzerine silkscreen ve stenciling gibi teknikler kullanarak başka birşeye dönüştürmesini sevdik. O da bizi çok sevdi. Bakınız lokum gibi çocuk.

Neden New York, Barselona ya da Sidney değil de Londra?
Benim için New York, Los Angelas ya da Londra bir... Aslında ben yarı Amerikalıyım ama onların tuhaf göçmenlik yasaları yüzünden vatandaşlık hakkı ya da en azından yeşil kart bile edinemiyorum. Gerçi, ben İngiliz kültürüne deli gibi aşığım. Her halükarda yaşamak için tercih edeceğim yer Londra olurdu.

Ne çeşit bir kültür şoku yaşadın Londra’nın sanatsal ortamıyla karşılaşınca?
Londra’ya yerleşmeden sekiz ay önce Kanada’nın kuzeyindeki Ontario şehrine taşınmıştım. Ailemin orada, oldukça izole edilmiş bir bölgede, kullanılmamaktan dolayı yıkılmaya yüz tutmuş bir moteli var. İşte orayı stüdyo yapmaya karar vermiştim. Bunun için badana boya işlerini halledip biraz para biriktirmem gerekiyordu. Sonuçta orayı yaptığım işleri sergileyecek bir sanat galerisine dönüştürmek istiyordum. Tabii belime kadar gelen karın içinde, sakallı suratımla bir artistten ziyade mağara adamına dönüverdim ve kargaların bile uğramadığı bir şehirde sanat galerisi açmanın çok da mantıklı olmadığını fark edip kendimi funky Hackney’de buluverdim. Yaşadığım kültür şokunu sen tahmin et!

Hey, Hackney’de çok fazla Türk yaşıyor. Sen Türk kültürünün izlerini fark ettin mi orada?
Benim ilk ev sahibim Türk’tü ve harika bir insandı. Ne zaman Türkiye’ye gitse, dönüşte mutlaka bize en iyi Türk lokumlarından getirirdi. Uzun zaman ismini Jim zannetmiştim, ama meğer Cem’miş.

İngiltere’ye ilk geldiğinde Ulusal Sağlık Merkezi’nin Seks Sağlığı bölümünde çalıştığının duyumlarını aldık. Senin illustrasyonların hakikaten de çok seksi! Nasıl bir etkileşim var bu iki iş arasında?
Hahaha! Bu duyumu nereden aldığın konusunda hiçbir fikrim yok doğrusu. Gerçekten de birkaç yıl önce USM’de çalışmıştım. Tanrım, nereden duydun ki! Her neyse, seks sağlığı aslında düşündüğün kadar da seksi bir konu değil ama insanların ciddiye alması gereken çok önemli bir konu. Özellikle gençleri bu konuda elden geldiğince bilinçlendirmek gerekiyor. Ben o bölümde çalışırken çeşitli broşürler hazırlamıştım. İki kişiyi bile AIDS olmaktan kurtardıysam ne mutlu bana.

Dünyanın en büyük modern sanat galerilerinden Tate Modern bu yaz dış duvarlarını “street art”a açtı. Sokak sanatının, bu denli popüler ve kabul görür duruma gelmesini nasıl değerlendiriyorsun?
Dürüst olmak gerekirse, sokak sanatı görmek için sanat galerisine gitmek, kaplan görmek için hayvanat bahçesine gitmeye benziyor. Safari şansınız yoksa neden olmasın... Eğlenceli tabii ki ama bir o kadar da “güvenli” sanat. O arkadaşlar umarım işlerini milyon dolarlara dönüştürebilirler. Bana sorarsanız bu kadar kabul görüyor olması sokak sanatının sarsıcı ruhunu köreltiyor.

Oyuncakları sever misin?
Çok.

Oyuncak kameraları?
Oldukça havalı buluyorum, harikalar. Ben fotoğraf makinamı yanımdan hiç ayırmam. Click, click... Her şeyi, her yeri... Sonra da hepsini Facebook’a yüklerim.

Dondurma mı lokum mu?
Lokum.

(http://www.ndjames.com/)

Whop Magazine January '09

Hiç yorum yok: