Panic at the disco
Sat back and took it so slow
Are you nervous? Are you shaking?
Save compliments to praise complation
We don’t have to feel we fit in
We can move back
We can leave them
Bir p!@td yazısına Name Taken sözleriyle başlangıç yapılmasını hoş karşılayın. Nihayetinde etrafta tuhaf isimlerle türemiş bir ton grup var. Hiç yoktan bir tanesinin isminin nereden geldiği bu sayede aydınlığa kavuşmuş olur. Grup elemanları üzerinde, Name Taken’in “Panic” parçasının ne kadar önemli olduğunu kavramak için yukarıdaki parçanın sözleri ve grup ismi arasında doğru orantı kurup, denklemi oluşturabilirsiniz.
Tabii, grubun bilmem kaç tane müzik sitesinin tepesine kurulması için ermiş bir dede gelip sihirli değneğiyle adamlara dokunmuyor. Onlar da her insan evladı müzisyen gibi anne-baba dırdırıyla, okulla, maydonozlu çorbalarla falan uğraşmak zorunda kalıyorlar. (Maydonozlu çorba sevmediklerini duyduk bir yerlerden…)
Aslında her şey, 12 yaşında bir çocuğun, babasından noel hediyesi olarak bisiklet yerine gitar istemesiyle başlıyor. Yaşadığı yerin leş bir kenar mahalle olmasının önemi yok heralde. Sonuçta Las Vegas, Las Vegas’tır. Her fakir çocuğun bir bisikleti vardır, diye düşünüyoruz. Üstelik bu çocuk, gitarı sonuna kadar hak ediyor. Ortaokulda adidas’ın yeni modelini almak için büyüklerine zırlayan tiplerden değil bu; hevesini alınca bir kenara atsın… Daha grup kuracak, grubu da emocuların The Secret Stars’tan sonra yeni ilahı olacak. İsmi de sesi ergenliği henüz atlatamamış izlenimi veren vokalist Brendon Urie’den önce anılacak: Ryan Ross.
Bu sırada Spencer Smith de yine babasına “davul, davul” diye tutturmuş, uzun ısrarlar sonucunda aldırmış da. Bu kısım tanıdık ve sıkıcı gelebilir ama gerçek: Komşu şikayetleri… Spencer’in babası, 40 yıllık dostlarıyla davul sesi yüzünden papaz olmuş. Ama bu şikayetlerin tek nedeni davul da değil, Blink 182 cover’ları. Spencer, Blink 182 cover’lamayı bırakınca şikayetler de azalmış.
Spencer ve Ryan okuldan arkadaşlar, bir şekilde bir araya gelip yanlarına Brendon ve Brent’i almalarında çok bir tesadüf yok. Buradan konu çıkmaz. Ama okul yaşamları birçok müzisyenin aynası gibi… İte kaka, okulu dışarıdan bitiren Spencer ve Brent’in aksine, Ryan daha kolejin ilk yılında okulun ona göre olmadığını anlıyor ve bırakıyor. Zaten çocuk, müzik ve okul arasında çatışıyor, bir de bu çatışmaya ailesi katılıyor. “Müzik hayatımda ailemden her zaman destek gördüm” gibi bir cümle yok onların hayatında. Aileler fakir tabii, bu nedenle her birinin misyonu önceden yazılmış: Doktor, hakim, emniyet müdürü ve hatta mümkünse Amerika Başkanı olacaklar.
Bu kadar baskıya can mı dayanır? Hepsi evini terk ediyor ve albüm kaydetme hayalleriyle Las Vegas’tan ayrılıyorlar. Bu sırada, Fall Out Boy’un elemanı Pete Wentz çocukları farkedip, kendi plak şirketine, Decaydance’a götürüyor. Ryan, “Decaydance’in kapısını çaldığımızda, onlar bizim sadece istediğini çalan bir grup olduğumuzu anladılar.” diyor. Elbette! Çocuklar, siz de zaten tam onların istediği tarzda müzik yapıyorsunuz. Evet, biraz eğlenceli, biraz duygusal, biraz pop, biraz punk, ondan da bundan da… Bir plak şirketi başka ne ister ki?
Panic! At The Disco ve ilk albümleri “A Fever You Can’t Sweat Out” şu sıralar MTV’den NME’ye, Pure Volume’den My Space’e kadar her yeri işgal etmiş durumda. Bu durumda insanın, bütün müzikal kariyerini iyi bir albüm yapmaya çalışmakla geçiren gruplara acıyası geliyor. Kesinlikle, p!@td kötü müzik yaptığı için değil, sadece ilk atışta 12’yi tutturduğu için. Ryan’ın sağda solda yaptığı açıklamalara göre, elemanlar 11 parçanın da birbirinden farklı tatlar barındırmasını istemiş. Ama albümü dinleyince ‘Intermission’ ve ‘Build God Than We’ll’ dışında diğer parçalar, komşunun tanıdık ıhlamur çayının kokusu gibi kalıyor. Tabii ismiyle de farklı bir yeri hak eden ‘The Only Difference Between Martyrdom and Suicude is Press Coverage’ i de ayırıyoruz. Gerçi çocuklar, farklılık yaratmak için epey bir düşünüp taşınmışlar. Çabalarını görmezden gelmek olmaz. Albümü iki bölüme ayırmışlar. İlk kısımda eğlenceli parçalar, drum machine ve synthesizer’la süslenmiş. İkinci kısımda ise daha nostaljik takılmışlar. Piyano ve akordeon, parçalara nilüfer yaprağındaki kurbağa kadar yakışmış.
Panic! at the disco, duygusal punkçılar (nasıl oluyor, biz de bilmiyoruz) arasında iyi bir yere oturdu bile. Bir kısım popüler olmalarına taksa da diğer bir kısım durumdan memnun. Şimdi, önümüzdeki Temmuz ayında uzun bir Amerika turuna çıkacaklar. Hem de Boston’un süper ikilisi Dresden Dolls’la birlikte. Yani, durumlarından memnunlar. Ryan’ın babası ise artık çocuğuna okulu yarım bıraktığı için kızmıyor. Duyduğumuz kadarıyla Panic At The Disco Fan Kulübü’ne üye olmuş ve hatta burada kart vizit işlerine bakıyormuş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder